Efendimizin (sav) Tarifleri İçinde Kur'an-2
2. Madde: 'Ve haberu ma ba'dekum: O'nda, sizden sonrakilerin de haberi vardır.'
Kur'an-ı Kerim, nüzulünden itibaren kıyamete kadar cereyan edecek olan pek çok hadiseye de işaret eder. Şimdi onun bu konuyla alakalı birkaç işaretini arz etmeye çalışalım: Tarihi devr-i daimler hakkında Kur'an-ı Kerim, Maide 54. ayetinde mefhum olarak şöyle ferman eder: 'Eğer dinden ellerinizi gevşetir, geriye durursanız Allah yepyeni bir kavim getirir, (Onlar birinci saftaki insanlar saffetindedirler.) Onlar, Allah'ı severler, Allah da onları sever, Allah yolunda cihad eder, kınayanın kınamasına aldırış etmezler.'
Hadiseler, asr-ı saadetten başlayarak Kur'an-ı Kerim'in ifade ettiği şekilde cereyan etmiş ve bugüne kadar adeta bir devr-i daim yaşanmıştır. Sahabe-i kiram, tabiin-i izam, Emeviler, Abbasiler ve onlardan sonra İlhanlılar, Karahanlılar, Selçuklular ve Osmanlılar gelmiş.. ve biri giderken de, lisan-ı haliyle elini kulağına koymuş ve bir müezzin gibi: 'Eğer O dilerse sizi ortadan kaldırır ve yepyeni bir halk, bir millet getirir' (İbrahim, 14/19) demiş öyle gitmiştir. Bu devr-i daimlerin ifade ettiği mana şudur: Bir bir gelenler bir bir gidecek ve her zaman sadece ve sadece O önü-sonu olmayan bâki kalacaktır. Şart-ı âdî planında, iman, istikamet, hakikat aşkı, araştırma iştiyakı gelip kalmanızın, kalıp ömrünüzü uzatmanızın vesilesi olabilir; ama gitmeniz mukadderdir.
Geleceklerin gelme emaresi, gideceklerin de gitme emaresinin söz konusu olmadığı bir dönemde bu kabil ihbarların vukûu, Kur'an'ın açık bir mucizesidir. Mekke'de nâzil olan Rûm Suresi'nin, 'Rumlar, (Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç (3-9) yıl içinde gâlip geleceklerdir.' (Rûm, 30/1-3) gibi ayetleri buna açık birer örnek teşkil ederler. Muhakkıkîn-i siyere göre bu ayet, Mekke'de nazil olduktan dokuz sene sonra Bedir Harbi (624) oluyor. Demek ki, ayet Hicret'ten tam yedi sene evvel nâzil olmuş. Halbuki bu yıllar, Müslümanların baskı altında kıvrandığı yıllardır. İhtimal Hz. Ömer'in bile henüz cephesini tam belirleyemediği günler.. daha açık ifadesiyle, inananların sayısı henüz 40'a baliğ olmuş veya olmamış.. Müslümanların bin türlü eziyete maruz bırakıldığı, hatta yok edilmeye çalışıldığı, hiçbir şafak emaresinin bulunmadığı bir dönemde, Allah (cc), Rûm Sure-yi Celîlesi ile gönüllere su serpiyor, ruhları şahlandırıyor ve diyor ki: 'Yanıbaşınızda Sasaniler, Rumları mağlup ettiler. Sizin içinizdeki putperestler bunu serrişte edip sizinle alaya kalkışarak, 'İşte putperest olan ateşgedeler (ateşe tapanlar), Hıristiyan olan Rumları mağlup ettikleri gibi, biz de sizi ezeceğiz.' diyerek ortalığı velveleye veriyorlar. İşte, bu iç içe tersliklerin yaşandığı bir sırada Kur'an: ('bid'ı sinin' yani üç-dokuz sene arasında) Romalılar ateşgedeleri mağlup edecekler. O mağlubiyet gününde siz de sevineceksiniz.' demektedir ki, bu tam Bedir gününe rastlamaktadır.. evet '...yevmeizin yefrehul mü'minun; o gün müminler de sevinçler yaşayacaklardır.' (Rum, 30/4)
Hz. Ebu Bekir Sıddîk, Kur'an'a öyle inanmıştır ki, bu ayeti duyar duymaz gidip, As bin Vâil ile belli sayıda deve üzerine bahse girer. O gün için böyle bir bahse girme ayrı bir konu; mevzumuz, Kur'an'ın mucizevî haberlerine inanma mevzuu. Hz. Ebu Bekir, 'bid'ı sinîn' kelimesini üç yıl olarak anladığından üç senesine bahse girer ve gelip bu hususu Efendimiz'e haber verir. Hz. Peygamber (sav), 'bid'ı sinîn'in üçten dokuza kadar bir rakama baktığını, dolayısıyla da seneyi dokuza çıkarıp develeri artırmasını söyler. Hz. Ebu Bekir gidip bahsi, Efendimiz'in dediği şekilde değiştirir. Ve derken bid'ı sinîn gelir-geçer. Bedir Harbi ve zaferi yaşanır. Bir süre sonra da, 'Heraklius'un içkiyi bıraktığı, yeniden derlenip toparlandığı, Sâsânilere karşı savaş başlattığı ve zaferyab olup onları haraca bağladığı' haberi gelir.
Evet Kur'an'da, o nâzil olduğu günden itibaren meydana gelecek hadiselerle alakalı pek çok sarahat ve işaret vardır ki, Rûm Suresi'nin başı sadece bunlardan biridir. Ayrıca burada, 'Ğalabetirrum vehüm mimba'di ğalabihim seyuğlebun' şeklinde bir kıraat da söz konusudur ki, o zaman mana şöyle olacaktır: 'Rum galebe çaldı; onlar da bu galibiyetlerinden sonra yenilgiye uğratılacaklardır.' Birkaç sene sonra İslam orduları Rumları yenerek bu müjdeyi de gerçekleştirmişlerdir.
Hudeybiye'yi müteakip Efendimiz (sav), melûl mahzun Medine-i Münevvere'ye dönerken, Allah'ın (cc), hem bir bişâret (müjde) hem de Hudeybiye'deki sulhün va'dettiklerini ifade eden: 'Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi.' (Fetih, 48/27) ayetini de zikredebiliriz. Evet Allah, Peygamber'inin rüyasını doğru çıkarmıştı. Eğer sulh yapmayıp da Mekke'ye girseydiler harp ederek gireceklerdi. Allah orada kan dökülmesini istemediği için buna izin vermiyordu. Böylece onlar, Kâbe'yi tavaf ederken, başkalarının kalbinde 'oğlum öldü, çocuğum öldü, kızım öldü' ukdesi de olmayacaktı. Bir gün gelip orayı tavaf edeceklerdi, hem de olumsuz hiçbir şeyle karşılaşmadan. Sanki bu ayet, onlara şöyle diyor: 'Şimdi geriye dönün. Belki içinizde bir burkuntu olacak; ama bu burkuntuya bedel geleceğin inşirahı daha fazla olacaktır.' Ve öyle de oluyor; gün geliyor, Müslümanlar, hem gelip o umreyi kaza yapıyorlar, hem de aynı zamanda emniyet içinde -İkrime'nin sadece bir kapıda mini bir karşı koyması istisna edilecek olursa- Mekke'ye giriyorlar. Mekke bağrını öz evladına açan şefkatli bir ana gibi; 'yerin göbeği bendim, sen de evladımdın, bir dönemde atmışlardı gel yavrum' diyordu. Ve Kur'an'ın verdiği haber aynen tahakkuk ediyordu. Bu misaller çoğaltılabilir; biz deryadan bir katre ile iktifa ediyoruz.
3. Madde: 'Ve hukmu ma beynekum: O, aranızda bir hakem ve hüküm kaynağıdır.'
Kur'an-ı Kerim, öncelikle Müslümanlar, sonra da bütün insanlık için hem bir hüküm kaynağı, hem de bir hakemdir. Evveliyetle Müslümanlar sonra da bütün insanlık onun temel disiplinleriyle bütün problemlerini çözebilir.
İnsanlar arasında sulh u sükûnu temin edebilecek, fert ve aile planında pek çok problemi halledebilecek, toplumla alakalı pürüzleri giderebilecek bir kitap varsa, o da Kur'an-ı Mucizu'l-Beyan'dır. Evet o, bütün bu konularda biricik, tertemiz ve kimsenin itiraz etmeyeceği, edemeyeceği yegâne kaynaktır. Aslında hadiste de onun, itiraz edilemez bir kaynak olduğu ihtar edilmektedir.
Kur'an dışındaki değişik sistem ve hareketlerde, O'nun getirdiklerine yakınlık arz eden düşünceler olabilir. Aslında her düşüncede güzel şeyler bulunabilir. Nitekim bir zamanlar İslam dünyasında bir ezilmişlik içinde, değişik sistemler arasında sosyalizmi iyi görenler vardı. Hatta ille de bu sistemlerden birini Kur'an'a yakın görmek, göstermek gerekiyorsa, içtimaiyata ve iktisata ait vaz'ettiği meseleleriyle sosyalizmin Kur'an'a daha yakın olduğu seslendiriliyordu. Bu sistem, fert hukuku ve hürriyeti mevzuunda daha hassas, daha mütekâmil görülüyordu. Bu mülahazaların hepsinin münakaşası yapılabilir; ama sosyalizmin revaçta olduğu o günlerde bu tez çok işleniyordu. Hatta bu anlayış, merhum Dr. Mustafa Sibâi'ye İslam İştirakiyesi'ni yazdırmıştı. Seyyid Kutub'un Sosyal Adalet'inde, hatta tefsirinde de bu türlü yaklaşımlara rastlamak mümkündür.
O dönemde kapitalizmin baskı ve tazyiki insanları çok ürkütmüş, hatta buna reaksiyon ve tepki olarak, kapitalizmin 'neseb-i gayr-i sahih' evladı sosyalizm ve komünizm hep kapitalizmin cürmü olarak görülmüş ve bir ölçüde bu biraz daha hafif gösterilmek istenmişti. Nitekim bizde de -bu tabiri sevmesem de öyle diyorlar- radikal İslamcılar ta 12 Eylül'den günümüze kadar sosyalizmi kapitalizmden daha ehven görmüşlerdir; görmüş de, kapitalizme, liberalizme ateş püskürürken sosyalizm ve komünizmi sükut geçmişlerdir. Oysaki, Kur'an kaynaklı olmayan düşünceler ne kadar da Kur'an-ı Kerim'e yakın olursa olsun -Üstad'ın da işaret ettiği gibi- eğer tam Kur'ânî değil ve O'ndan nebean etmemişse onun müşabihi olamaz. Bu konuda, hüküm ve bu hükmün hakemi diyebileceğimiz bir şey varsa, o da Kur'an'ın kendisidir. Kur'an herkes için huzur ve istikbal bahşeden böyle bir hakemlik vazifesini derpîş etmiştir.
Onun hakemliği ile -inşaallah- bir gün dünyada bütün ahlakî ve sosyal problemlerin aşılacağına inanıyorum. Elverir ki, Kur'an'ı hazmetmiş olanlar, ona sahip çıksın ve ruhuna sadık kalarak asrın idrakine göre onu bir kere daha seslendirsinler. Aslında gelecek adına bunun yapılması zaruridir. İnşaallah, büyük ilim adamları ve düşünürleri, ululazmâne bir gayretle, Kur'an-ı Kerim'in bu mevzudaki muhtevasını bir kere daha gün yüzüne çıkarır ve onun geçmiş gelecek haberlerinin doğruluğu yanında, hakemliğinin ne kadar isabetli olduğu hususunu bir kere daha ispat ederler. Biz muhteşem bir geçmiş yaşadık. Ütopyalara sığmayan günler gördük; ama bugün Müslüman pratiğinde İslam'ın büyüklüğünü temsil edebilecek seviyede Müslüman yok ve bu Kur'an'ın ufkunu karartıyor. Onu kendi tamamiyetiyle -inşaallah- bahtiyar temsilciler, Rabbaniler ortaya koyacak ve Kur'an'ın, eskiden defaatle zuhur etmiş parlak günleri yeniden bir kere daha zuhur edecek ve biz de 'evet sözü sen söylüyorsun, söz sana derler, Hak olup Hak'tan gelip Hak diyen yalnız sensin.' diyeceğiz.
Aslında eğer insan, üstün edebi bir nazım veya bir nesir dinlemek istiyorsa Kur'an-ı Kerim'i dinlemelidir. Bir musiki dinlemek istiyorsa Kur'an-ı Kerim'i dinlemelidir. Kelimeleri, söz musikisine göre seçilmiş bir beyan abidesi tanımak istiyorsa yine Kur'an-ı Kerim'i dinlemelidir. Eğer insan, vicdanını dinleyebiliyor, insanî değerlerini unutmamış, kalbinin kapıları da açıksa, Kur'an'ı çok iyi anlayacaktır. Evet Kur'an, bütün güzelliklerin halîtasından meydana getirilmiş eşi-menendi olmayan bir şaheserdir.
- tarihinde hazırlandı.