Efendimizin (sav) Tarifleri İçinde Kur'an-3

4. Madde: 'Ve hüvel faslu, leyse bilhezl=O, hak ile batılı ayırt eden ölçüdür. Onda her şey ciddidir.'

Burada da birkaç mülahazadan söz etmek mümkündür ve en başta da bu kaziye 'hükmü ma beyneküm' sözünün tamamlayıcısı gibi düşünülebilir. Tabii Kur'an'ın, bir 'kavl-i fasl' olduğunu da ifade ediyor olabilir ki bu da iki şekilde düşünülebilir:

Birincisi; Kur'an, konuşmaya duracağı âna kadar söz ve düşünce şirazesiz demektir.

İkincisi; kesip atan, söz kesen demektir. Bu, kitaplarda geçmiş 'kavl-i fasl' manasınadır ki, bir anlamda 'ammâ ba'du' cümlesi yerinde kullanılmıştır. Hadis-i şeriflerde, bu sözü kendi dilinde İbranice olarak ilk defa kullananın, Hz. Davud olduğu ifade edilir. Bu ise hutbenin (hamdele, salvele gibi) dîbâcesinden sonra 'Ammâ ba'du feyâ ibâdallah'; yani Allah'a karşı vazifemizi, sorumluluğumuzu, ubudiyetimizi ifade eden sözleri, cemaate arz edeceğimiz şu beyanlardan ayrılır. İşte bu 'kavl-i fasl'dır. Bu mânâda Kur'an'ın kavl-i fasl olması, O'nun asıl söylenmesi gereken meseleleri söylemesi, yararlı şeyler üzerinde durması ve gereksiz sözlere de fırsat vermemesi mânâsına gelir.

Bunun yanında bir de Kur'an'ın, hakkı batıldan ayırırken her şeyi ciddiyete bağlaması söz konusudur ki, bu, onda şaka, latife, gayri ciddilik ifade eden hiçbir şey yok demektir. O, hükümlerinde ciddidir ve onda 'hezel' yoktur. 'Hezel' olmamasını da değişik zaviyelerden ele alabiliriz. Mesela, bir şiiri, bir nesiri ele aldığımızda, çok defa bunların içinde hezeliyatla -Türkçemizde hatt-ı hezeliyat vardır- karşı karşıya kalırız. Bunlar genellikle eğlendirmeye, şakaya matuf şeylerdir. İçinde bazen doğru şeylerin de bulunması, hezeliyatın yıktığını tamire yetmez.

Hususiyle de hukuka ait konularda ifadelerin 'kavl-i fasl' gibi ciddi ve muhkem olmasında zaruret vardır. Bu meseleyi, (Kur'an'ın hükm-ü fasl ve ciddi olmasıyla) mukayese ederek ele aldığımızda, çok muhkem ve ciddi olması gereken sözlerin, çok su götürebilir, esnek ve eksantriğinin de fevkalâde geniş olduğunu görürüz. Başka mülahaza ile değil, sırf bir örnek teşkil etmesi açısından arz ediyorum; hepinizin bildiği gibi, 163. maddenin 1. fıkrası: 'iktisâdî, siyasî, kültürel, devletin temel nizamlarını dinî esaslara oturtmak maksadıyla siyasî cemiyet teşkili.' şeklindeydi. Kanunun şârihi diyor ki: Herhangi bir yazılı tüzük ve nizamnâme olmasa da, belli bir maksada matuf üç-beş insan bir araya gelmişse, cemiyet teşekkül etmiş sayılır. Bu şârih, hukuk uzmanıdır; önemli kurumların başında bulunmuştur ve ceza kanunlarıyla alakalı şerhleri vardır. O ve onun gibiler böyle düşündükleri için uygulama da aynı şekilde olmuştur.

Şimdi bir kanun maddesi bu kadar esnek ve bu kabil yorumlara açık olunca, pek çok kimsenin haksızlığa uğrayacağı açıktır. Ve acıdır Türkiye'de senelerce birçok insan bu maddeden mağdur edilmiştir. Daha kötüsü de, bu kanun maddesi, bütün insanları gadre uğratmasına rağmen devam etmiş.. bu konuda birkaç bini aşkın mahkeme olmuş. Bu mahkemelerden çok az bir kısmından mahkumiyet alınmış, gerisinden beraat çıkmış; ama ne beraatler, ne de konunun 'kaziye-i muhkeme haline 'gelmesi mahkemeleri dava açmaktan men edememiştir. Oysaki bir mezvuda üç dört mahkemede beraat kararı verilirse, o, kaziye-i muhkeme haline gelir ve artık o mevzuda dava açılmaz. Ama acıdır; binlerce mahkeme beraat vermiş, ancak buna rağmen yine de aynı konuda davalar açılmaya devam etmiştir. Bence hukuk gibi ciddiyet isteyen bir mevzuda bu kadar hezel ve gevşeklik olmamalı...

Kur'an-ı Kerim, en ciddi meseleleri sunarken bile, meselelerin gerçekliğini, hukukun muhkemliği içinde ifade eder. Fakat o muhkem ifadeyi bile size bir edebî zevk içinde sunar. Öyle ki, kevser yudumlar gibi, hukukun katılığı, hukuki meselelerin sertliği, kesinliği ve ayırıcılığı, meselenin zevk ve insânî buudunu da asla ihmal etmez. İşte bu yönüyle Kur'an-ı Kerim, hakikaten insanı doyurur. Öyle ki ahkama ait en ağır meseleleri anlatırken bile, insana bir ifade zemzemesi sunar.

Aslında eğer insan, üstün edebi bir nazım veya bir nesir dinlemek istiyorsa Kur'an-ı Kerim'i dinlemelidir. Bir musiki dinlemek istiyorsa Kur'an-ı Kerim'i dinlemelidir. Kelimeleri, söz musikisine göre seçilmiş bir beyan abidesi tanımak istiyorsa yine Kur'an-ı Kerim'i dinlemelidir. Eğer insan, vicdanını dinleyebiliyor, insanî değerlerini unutmamış, kalbinin kapıları da açıksa, Kur'an'ı çok iyi anlayacaktır. Evet Kur'an, bütün güzelliklerin halîtasından meydana getirilmiş eşi-menendi olmayan bir şaheserdir.

Neticede, Kur'an 'hükmü ma beyneküm'dür, yani aranızda her mevzuda kesip atan, hüküm veren bir beyan sultanıdır. Muhkemdir, ciddidir. Aynı zamanda sinelere inşirah veren bir mânâ çağlayanıdır.

5. Madde: 'Men terekehu min cebbârin kasamahullah=Kim baskıdan ve zalimden korkarak, O'na karşı güveni ve inancı sarsılırsa Allah da onu helak eder.'

Burada, ağır şartlar altında ondan kopma üzerinde duruluyor ve eğer bir insan, herhangi bir zorba ve cebbarın, baskısı karşısında Kur'an'a sırtını döner, O'ndan uzaklaşırsa, Allah da onu helak eder.' diyor. Biraz daha açalım; Kur'an'ı şöyle böyle vicdanında duymuş, kitaplarda görmüş, misalleriyle yaşamış, hüşyar vicdanı ile bu meseleye uyanmış bir insan, ona karşı bunca yakınlık duyduktan sonra kalkıp da bir baskı ve bir terör karşısında Kur'an'ı terk ederse Cenab-ı Hak da onu derdest eder ve baş aşağı getirir.

Kur'an'dan Uzaklaşma

Burada, vurgulanmak istenen şudur: Eğer siz, size zarar verecek kimselerden çekinip de Kur'an'dan uzaklaştığınızda, Allah (cc) sizi helak edecekse bu kabil tehlikelerin hiçbrinin söz konusu olmadığı bir yerde elinizi ondan gevşetirseniz derdest edileceğiniz kat'i demektir.

Bu ifade tarzı Kur'an-ı Kerim'deki şu ifade tarzına çok benzer: 'Anne ve babanıza uff bile demeyin.' (İsra, 17/23) Evet, eğer o, anne ve babaya 'öf' bile demeyeceksiniz' diyorsa, bundan anlaşılıyor ki 'haydi be' şeklinde bir ifadeyi hiç diyemezsiniz.. elinizi kaldıramaz.. kaşlarınızı çatamazsınız.. ona vuramazsınız.. kapıyı yüzüne çarpamazsınız... Eğer en basit bir söz ve hareket yasak edilmiş ya da haram sayılmışsa, onun üstünde yapılacak her şey yasak demektir. Kur'an-ı Kerim en ehveni ile problemin önünü kesiyor, tahşidat yapıyor, 'Aman sakın, zinhar bunun daha büyüğüne girmeyesin', diyor. Evet, hadiste ifade edilen de işte budur.

...Ve maalesef biz, Batı baskısı karşısında, evvela harp meydanlarında, sonra siyaset planında, sonra da idare planında hakikaten 'min cebbârin' Kur'an-ı Kerim'den ellerimizi gevşetmişizdir.

'Ölülerinizin kötü yanlarını yâd etmeyin' İslâmî disipline göre ben geçmişimizi fena yanlarıyla yâd etmemeye çalışırım; ama birkaç asır var ki -maalesef- çevremizdekilerden korkarak, milletçe, kedinin elindeki fare gibi tir tir titremiş ve onların dedikleri her şeyi yapmışızdır. Gün gelmiş bir nizamnâme ile, bize ters pek çok şeyi kabullenmiş ve bize ait değerleri görmezlikten gelmişizdir. Bir başka dönemde Kur'an'ı mensuh kitaplarla mukayese ederek, onunla alakalı türlü türlü şüpheler ortaya atıp halkı âheste âheste uzaklaştırmışızdır. Bir yönüyle Allah Rasulü'nün gelecek adına verdiği haberlerden 'Öyle bir gün gelecek ki, o zaman Kur'an bir vadide insanlar bir vadide olacak' zayıf da olsa, Peygamberimize (sav) isnat edilen hadisin manasını doğru çıkarmışızdır.

Evet, bu hadisin de ifade ettiği gibi öyle devirler olmuştur ki, insanlarla Kur'an arasında uçurumlar meydana getirilmiş ve onlar bir vadide, Kur'an başka bir vadide kalıvermiştir; kalıvermiştir de hicranların en acısını yaşamıştır. Denebilir ki bir ölçüde biz, bu dönemde Kur'an'ı terk etmişizdir ve Cenab-ı Hak da bizi derdest edip baş aşağı getirmiştir. Aynı meseleye, Ebu Davud'un Sünen'indeki cihadı terk ile alakalı bir hadis açısından da bakabiliriz: 'Cihadı (gönülleri Allah'a uyarma) terk ettiğiniz zaman Allah size bir mezellet, bir aşağılık musallat eder; dine döneceğiniz ana kadar da o aşağılığı almaz üzerinizden.' Biz bu ifadenin neresinde bulunduğumuzu düşünüp ürpermeliyiz.

Kur'an-ı Kerim, geçmişiyle, geleceğiyle, aramızdaki hakemliğiyle muhteva bakımından her yanımızla bizi kucaklamasıyla vicdanlarımıza şunu ihtar ediyor: Bütün bunlara rağmen kim, zalim, cebbar, baskıcı, müstebid bir adamın baskısı altında elini Kur'an'dan gevşetir ve O'nu terk ederse Allah da o kimseyi derdest eder baş aşağı getirir.

Burada iki tavır söz konusu; Birincisi, Kur'an'dan elini çekerek uzaklaşma. İkincisi de, uzaklaşmayla beraber ona bağlı yitirdiği şeyleri başka yerlerde arama. Bazen sadece bunlardan birine, bazen de ikisine birden maruz kalındı ki gelecek fıkra, bu ikincisinin üzerinde duruyor.

Evet insan, Kur'an-ı Kerim'de, aklıyla, mantığıyla, muhakemesiyle, felsefî anlayışıyla, ilmî düşüncesiyle yadırgayacağı hiçbir şeyle karşılaşmaz. Onun her meselesi, akılla müeyyed ve her mevzuun arkasında bir hikmet ve bir maslahat nümâyandır. İnsan, fikren, zihnen, ilmen, ruhen ne kadar terakki ederse etsin, ulaştığı her noktada O'nun hikmetle dalgalanan bayrağıyla karşılaşır. Hatta bir gökkuşağı gibi onu geçecek gibi zannettiği noktalarda da hep onun berisinde kalır.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.