Hidayet Mektupları-2
Ayrıca Hz. Hamza'nın Müslümanlığı seçmesi de oldukça zordu. Zira o, yaş itibariyle Efendimizden büyük olduğu gibi aynı zamanda O'nun amcasıydı. Bu durumda farklı boyutlarda iki büyüklüğü karşı karşıya getiriyordu. Dahası o, arslanların boynunu koparan dev bir arslan avcısıydı.
Bu ve buna benzer meselelerden ötürü onun Mekke'de büyük bir namı, şöhreti vardı ve 'Hamza!' denildiğinde herkesin ödü kopardı. Dolayısıyla o, Müslüman olmadan önce kendisini Nebiler Serveri'nden hep üstün görmüş de olabilir. İşte bütün bunlardan ötürü, Hz. Hamza'nın Müslümanlığı seçmesi bir hayli zordu ama o, bütün bu engelleri aşarak Efendimiz'in (sav) madde planında hırpalandığı, önü kesilmek istendiği bir dönemde Müslümanlığı kabul edebilmişti. Evet onun Müslüman olması çok önemliydi; zira henüz Müslüman olmamış kişiler ona bakarken sadece 'Hamza Müslüman olmuş' demeyeceklerdi; Müslüman olması çok zor olan bir kişinin bütün engelleri nasıl aşıp Müslüman olduğunu konuşacak ve şok yaşayacaklardı; öyle de oldu...
Mevkilerine Takılmayanlar
Makam ve mevki itibariyle belirli yerlere gelmiş, ilim yönünden de oldukça seviyeli insanların çizgi değiştirmeleri oldukça zordur. Mesela ben, babamın Nur hakikatlerine teslim olmasını her zaman takdirle yad etmişimdir. Zira babam, benim hem hafızlık, hem Arapça hocam olduğu gibi, aynı zamanda evliya ve asfiya ile tanışmamı da sağlayan kişidir. Gerçi ben de ona karşı büyük bir saygı göstermiş; mesela hayatım boyunca hiç onun gölgesine ayağımı basmamış ve -cami kürsüsünde konuştuklarım hariç- onun yanında sarf ettiğim sözler yüz cümleyi geçmemiştir. Ama iman ve Kur'an hakikatleri mevzuunda ben yarım adım önde tanıma şerefine ermiştim. O, yarım adımı aştığı gibi beş adım da öne geçti. Ben, Nurların aydınlık dünyasıyla tanışınca, babama okuması için 'İktisat Risalesi'ni vermiştim. Çok kuvvetli bir hafızası vardı. Birkaç gün sonra görüştüğümüzde İktisat Risalesi'ni adeta ezbere okuyor ve 'Eyvah! Biz şimdiye kadar şu yol bu yol derken boşuna gezmişiz, meğer yol bu imiş.' diyerek büyüklüğünü ortaya koyup hem çocuğu hem de talebesi konumunda olan biri vasıtasıyla tanıdığı Nurlara talebeliği kabul ediyordu. Bu kabullenme oldukça zor bir hadiseydi. İşte bunun için ben babamı hep takdirle yad ederim. Kırkıncı Hoca, onun bu yanlarını bildiğinden ve belki de daha başka şeylerden ötürü bir keresinde 'Onun eşi yoktur. O, enderun terbiyesi görmüş bir adam gibiydi.' dediğini hatırlarım.
Evet, işte Hz. Hamza'ya da bu zaviyeden bakıldığında, onun Efendimizin (sav) amcası olması; arslan avcısı olması; Müslümanların sayılarının henüz kırka bile varmadığı bir dönemde, gelip o zayıf cemaatin içine girerek kendini tehlikeye atması; Müslümanlar nerede tazyik görüyorsa Hızır gibi onların imdatlarına yetişip makam-ı Hızıriyeti temsil etmesi gibi hususiyetleriyle onun derinliğinde insan sayısı çok azdır.
Vahşi'nin Mantığı
Şimdi işte böyle bir Hamza'yı öldüren Vahşi'nin mantığını anlamaya çalışalım. O, saf ve aptal bir insan değil, aksine zencilerin en akıllılarından biri... Onun için Allah Rasulü (sav) ona, İslam'a dehalet etmesi için 'Ancak şu var ki tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar bundan müstesnadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını da sevaplara çevirir. Çünkü Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir, sınırsız mağfiret ve ihsan sahibidir.' (Furkan, 25/70) mealindeki ayeti yazıp gönderdiğinde, 'Ya Rasulallah! Ben neredeyse küfre denk bir iş işledim. Allah benim de kötülüklerimi hasenata çevirir mi?' diyerek teminat verecek bir beyan arıyordu. Onun bu tavrı karşısında Nebiler Serveri (sav) ona, 'Şu kesin ki; Allah, Kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ama dilediği kimse hakkında bunun altındaki diğer günahları affeder. Her kim Allah'a ortak koşarsa, haktan çok uzağa sapmış olur.' (Nisa, 4/116) mealindeki ayeti yazıp gönderir. Ancak, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Hz. Vahşi çok zekidir ve o, Efendimiz (sav) irtihâl-i dâr-ı bekâ buyurduktan sonra aradığı garantiyi başkasından alamayacağını bilmektedir. Kendi heva ve hevesine göre konuşmayan, söylediği sözler vahiyden ibaret olan Allah Rasulü (sav) henüz hayatta iken o garantiyi yakalama peşindedir. Onun için Hz. Vahşi, 'Yâ Rasulallah! Allah burada bağışlamayı dilemeye bağlamış. Ya ben bu dilemeye takılırsam' manasında sözler söyleyerek son endişesini dile getirince, bu defa da Efendimiz (sav) ona şu ayeti yazıp göndermiştir: 'De ki: 'Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü Gafûr ve Rahîm'dir. Çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır.' (Zümer, 39/53) Bu ayet, Hz. Vahşi'ye adeta şöyle demektedir: Ey hayatını israf içinde geçiren ve kendi hesabına Bedir'i, Uhud'u, Hendek'i berbat eden ve Mekke fethinde bile Müslümanlara karşı koyan adam! Sen bile Allah'ın engin rahmetinden ümidini kesmemelisin! Ne kadar büyük olursa olsun, günahkârların günahları Allah'ın engin rahmeti yanında, okyanuslara nisbeten denizin yüzündeki minik köpüklerden daha ehemmiyetsiz kalır.
Hz. Vahşi, bağışlanma garantisini aldıktan sonra Allah Rasulü'nün huzuruna gelerek Müslüman olur. Rasul-i Ekrem (sav) ise, Hz. Vahşi'ye, kendisini gördüğünde canı gibi sevdiği amcasını hatırlayıp içinde menfi bir duygu belirmesi ihtimaline karşı daha temkinli davranmasını söyler.
Burada 'Lâ' Ötede 'Neam'
Doğrusu Hz. Vahşi, Müslüman olduktan sonra, hep Hz. Hamza'yı öldürmekle işlediği günaha keffaret arayışı içinde olmuş ve nihayet beklediği bu fırsat Yemame'de karşısına çıkmıştır; hem de Hz. Hamza'nın bağrına sapladığı mızrağı elinde olarak.. evet işte bu mızrağı yalancı peygamber Müseyleme'nin sinesine saplamış ve şöyle demiştir: 'Hz. Hamza'yı şehit etmekle insanların en hayırlısının kanına girdim. Rasulullah'ın vefatından sonra Müseyleme'yi öldürmekle ise insanların en kötüsünü öldürdüm.' Kaynaklarda nakledildiğine göre, Vahşi, mızrağını Hz. Hamza'ya önden vurunca Hz. Hamza, mızrağın üzerine kapanıp kalmıştır ki ben, onun bu halini Arapça'daki 'lâ'ya benzetmişimdir. Gerçi Yemame'de Hz. Hamza'ya saplanan aynı mızrakla vurulunca Müseyleme de 'lâ' haline gelmişti ama Hz. Hamza burada 'lâ' ötede 'neam', yani burada cismen yok olsa bile ahiret itibariyle ebedî varlığa mazhar olmuştu. Müseylemetü'l-Kezzap ise her iki tarafta da 'lâ' olmuş, yani ademe mahkum bir zavallı haline gelmiştir.
Hz. Vahşi, Müseyleme'yi öldürdükten sonra ihtimal Allah Rasulü'nün (sav) manevî huzuruna gelerek 'Artık sana görünebilir miyim Yâ Rasulallah?' demişti ki, bu da onun hayatı boyunca devam ettireceği inâbesiydi. Buradan da anlaşılmaktadır ki, Hz. Vahşi, bir kere Hakk'a dönmekle kalmamış, 'Acaba tam olarak döndüm mü?' endişesiyle sürekli O'na yönelmiş ve hayatı boyunca dönüş (inâbe) ameliyesini sürdürüp durmuştu.
Artık Görünebilirsin
Allah (cc), Hz. Vahşi'ye Müseyleme'yi öldürmeyi nasip etmekle onu vicdanî huzura erdirmek için bir fırsat hâsıl etmiş olabileceği gibi, Hz. Vahşi'nin hicranını mükafatlandırmış da olabilir. Çünkü Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: 'Ben bir gün rüyamda, elimde iki altın bilezik gördüm. Yine rüyamda onlara fazla bir ilgi göstermiştim. Allah Teâla hazretleri: 'Onlara üfle!' diye vahyetti, ben de üfledim, derken uçup gittiler. Ben bunları, benden sonra çıkacak iki yalancı ile yorumladım.' Ravi Ubeydullah, bu iki yalancıdan birisinin San'a'nın sahibi el-Anesi, diğerinin ise Yemâme'nin sahibi Müseyleme olduğunu söylemiştir. Allah Rasulü (sav) Hz. Hamza'ya üzülmesinden daha fazla, dinin bir yalancı peygamber tarafından sarsılmasına karşı üzülmüştür. O açıdan Hz. Hamza'nın tasasını izale eden el ile Müseyleme'nin tasasını silen elin aynı olması çok önemliydi. Zannım odur ki, âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (sav), diğer peygamberler gibi öbür âlemde hayatta olduğuna ve davasının seyrini temaşa ettiğine göre, Müseyleme'den duyduğu tasayı onu öldürmek suretiyle Hz. Vahşi'nin izale ettiğini görmüş ve belki de vicdanen 'Ey Vahşi! Hem amcamın tasasını, hem de dinim adına duyduğum tasayı unuttum. Artık bana görünebilirsin.' demiştir.
- tarihinde hazırlandı.