İlâhî Lütuflar ve Şükürle Mukabele
Rabbimizin bize sonsuz lütuf ve ihsânları oldu. Şimdi, bunca nimet karşısında, her halde ihlâsın, takvânın, zühdün asgarîsi ve velâyetin umûmîsiyle Allah'ın bu sonsuz lütuflarına mukabele etmek bizim için bir ar olsa gerek.
Cenab-ı Hakk'ın insanlara olan fazl u keremi, lütf u ihsanı, bazen o insanların liyakatlarına binaen, bazen de liyakat gözetilmeden verilir. 'Zâlike fadlullâhi yü'tîhi men yeşâ'; evet, Allah fazlından dilediğine dilediği kadar ihsan eder.' (Maide, 5/54)
Cenab-ı Hakk'ın bazı insanlara, ekstradan çok büyük lütufları olur. Sahabe-i Kiram Efendilerimiz (ra), bu lutfa ekstradan mazhar olan insanlardır. Onlar, ısmarlama bir Nebi'ye, ısmarlama bir ümmet olarak gelmiş ve o Nebi'nin kendilerine emanet ettiği vazifeyi bihakkın yerine getirmiş, o mazhariyete şükürlerini eda ederek yeni lütuflara kapılar aralamışlardır. Yine bir dönemde Allah, Osmanlılara da büyük lütuf ve ihsanlarda bulunmuş; onlar da, bu ihsanın şükrünü, eda yolunda Osmanlı ünvanıyla İslam dünyası için Batı'ya karşı asırlarca bir karakol vazifesi görmüşlerdir.
İlâhî Lütuflar Sağanağı
Günümüze gelince, -Asr-ı saadet istisna edilecek olursa- bunca dalâlet karanlıkları içinde, Cenab-ı Hakk'ın engin lütuflarıyla çok kısa zamanda ma'şeri vicdanın uyarılıp, binler ve yüz binlerin sahip çıkmasıyla, kısa bir zaman içinde bu seviyede inkişafa mazhar olmuş hizmet çok azdır. Ben, 'tahdis-i nimet' nev'inden yer yer bunun vurgulanmasında fayda mülahaza ediyorum.
Evet, Allah'ın bugüne kadar bize pek çok lütuf ve ihsanı olmuştur. Bunca handikap ve engellemelere rağmen, Cenab-ı Hak bizi, çok kısa zamanda topyekün dünyada herkese duyurduğu bir ses ve soluk haline getirmiştir. Bu bir nimettir ve bunu dile getirmek de bu nimete olan şükrün bir tür edasıdır. Allah'ın nimetlerine karşı şükrün bir buudu olarak, o nimeti her yerde ve her fırsatta yad etmek gerekir ki, bu, Cenab-ı Hakk'ın bize bahşettiği nimetlerini duymamız, hissetmemiz, idrak etmemiz ve vicdanen ona mukabelede bulunmamız bakımından bir şükür ve sık sık Allah'ı bize hatırlatması bakımından da bir zikirdir.
Zaman zaman arz ettiğim bir düstur vardır: 'Her nimet, kendi cinsinden şükürle mukabele ister.' Cenab-ı Hak bize, hidayet nasip ederek büyük bir nimet ve ihsanda bulunmuştur. Binaenaleyh, bizim de başkalarına hidayet adına yardımcı olmakla, bu nimetlere karşı şükürle mukabelede bulunmamız gerekir. Şimdiye kadar bizim istek, dilek, hesap ve planlarımızı aşarak Cenab-ı Hakk'ın lütufları hep devam edegelmiştir.. gelmiştir ve şimdilerde bu hizmetlerin hendesî şekilde katlanarak büyüyüp gelişmesi de bunun apaçık bir ifadesidir. Bu da, bunların hepsinin, Allah'ın bize olan bir lütuf ve ihsanı demektir. Bugüne kadar Türkiye'de olan bu hizmetler, şimdi gidip dünyanın dört bir yanına ulaştı. Şimdilerde dünya, bu hizmetlerin arkasındaki kahramanları merak ediyor ve hep onları konuşuyor. Şayet va'de vefasızlıkla bu iş bozulmazsa -bozulmasın inşallah- gelecek nesiller de bir yâd-ı cemil olarak yine hep bu hizmet erlerinden bahsedeceklerdir.
Azamî Şükür
Kim bilir, önümüzdeki beş-on sene içinde daha neler duyacak, nelerle sevinecek, nelerle gerilecek ve hangi nimetleri düşünerek Allah karşısında iki büklüm olacağız?.. On sene evvel şu anda mazhar olduğumuz nimetleri tasavvur ve tahayyül edemiyorduk. Her halde on sene evvelki değerlendirmelerimizde şimdiki durumu görebilseydik, bugün çok daha farklı şeyler anlatacaktık. Zannediyorum bu günde, ülfet ve ünsiyetten ötürü şu muhteşem tabloyu tam manasıyla kavrayamıyoruz.
Evet, Rabbimizin bize sonsuz lütuf ve ihsanları oldu. Şimdi, bunca nimet karşısında, her halde ihlasın, takvanın, zühdün asgarisi ve velâyetin umumisiyle Allah'ın bu sonsuz lütuflarına mukabele etmek bizim için bir ar olsa gerek. Bize müyesser olur mu olmaz mı bilemiyeceğim; ama Allah'tan ihlasın azamisini istemeliyiz. Hem o kadar istemeliyiz ki, O'na karşı yaptığımız işlerde başkalarının arzusunun zerresi bile gözümüzün içine girip bakışımızı bulandırmasın. O'ndan başka hiçbir hayâl rüyalarımıza girmesin. Öylesine takvaya sarılmalıyız ki değil sadece haramlardan içtinab etmek ve farzları yerine getirmek -ki bu takvanın ilk kapısıdır ve bu kapıdan içeriye giren kurtulur-, şüpheli şeyleri bütünüyle bir tarafa atmak, hatta bazı mubahları dahi 'şüpheli' mülahazasıyla terk etme yolunda olmalıyız ki, mele-i âlânın sakinleri 'işte bunlar, onlardır' desinler. Âlemin demesi bir şey ifade etmez; ama semâda vaz' edilen muhabbet ve vüdd, yerde de hüsn-ü kabule vesile olması açısından çok önemlidir. Öyle bir zühd ortaya koymalıyız ki, Allah'ın bu sonsuz nimetlerine karşı, O da bize va'dettiği şeyleri lütfedip is'af buyursun. İşte bu da, Allah'ın bize olan nimetlerine karşı şükrün ayrı bir buududur.
Her soluk alışverişte üzerimizde bulunan her şeyi Allah'tan bildiğimiz takdirde -inşaallah- bir kısım vartalara düşmekten kurtulur ve emniyet içinde ötelerin sahillerine ulaşırız. Yoksa -hafizanallah- turnikeye önce girmiş olmanın verdiği ülfetle bir kısım beklentilere girmek vb. sapmalar, Allah'ın lutfettiği nimetlerin kesilmesine sebebiyet verebilir. Zira derinleştikçe daha ciddi, daha mahviyet içinde, daha hasbî ve daha fedakar olunmalı ve üzerimize tevdi edilen vazifeler mutlaka ve harfiyyen eda edilmelidir.
- tarihinde hazırlandı.