Biricik sevdamız…
İnsan, Cenâb-ı Allah’a her zaman muhtaçtır. O’nun nimetlerine muhtaç olmasından daha çok inâyet (yardım, ihsan) ve riayetine (koruyup gözetmesine) muhtaçtır. Hava, su ve yiyecek gibi şeylere muhtaç olan insanoğlunun bu maddî nimetlerden daha fazla kalb ve ruh istikametinde beslenmeye ihtiyacı vardır. Ve samimi bir kul, Rabb’inden sürekli kalb ve ruh istikameti istemelidir.
Bir kulun “Nasıl olsa çizgiyi bir kere tutturdum...” düşüncesi ve tavrı içine girmesi, sanki bir yerden sonra Allah Teâlâ’ya ihtiyacı yokmuş manasına gelir. Bu tavır hiçbir zaman içine düşülmemesi gereken bir yanlışlıktır ve neticesi de ilhaddır (inanç bozukluğudur). Oysa her şey, her zaman O’na muhtaçtır. İnsan, senelerce ibadet ü tâat yapsa da bunlar onun ruhunda istikamet sağlayıcı bir hale bürünmeyebilir. Her şeye rağmen ona düşen yine söz, tavır ve davranışlarıyla Cenâb-ı Hakk’a sığınmak, O’ndan ihlâs ve istikâmet istemektir.
Samimi bir kul, etrafındaki hiçbir şeyin kendisinin derdine derman olamayacağı ve imdadına koşamayacağı duygusuyla “Allah” demeli ve O’na yönelmelidir. O hal üzereyken “Allah” demede başka hiçbir garaz yoktur.
Zaten Kur’an-ı Kerim, bütün haşmetiyle bu hakikati ilan ediyor: “... Muztar dua ettiği zaman, duasına icabet eden kimdir? O duayı kabul eden onun arzusunu is’af eden (yerine getiren) kimdir? Belâya dûçar olduğu zaman, o belâyı bertaraf eden kimdir?” (Neml, 27/62) diyor. Kendi hatıralarınıza dönüp bakar, darda kaldığınız pek çok defa “Rabb’im” dediğinizde imdadınıza koşulduğunu hatırlarsanız bu soruya bütün gönlünüzle siz cevap verecek ve “Allah” diyeceksiniz.
Evet, insan kendini sürekli kontrol etmeli, eksik ve hatalarını görüp onları düzeltme hususunda kendi niyet, azim ve gayretinden öte Allah’a güvenmeli, O’na itimat etmeli ve katiyen unutmamalı ki; bir işin içine ne kadar başkalarının mülâhazası girerse, o kadar Allah rızası düşüncesi delinmiş ve yırtılmış olur.
Başka sevdam olmasın
- İnsan, Cenâb-ı Allah’a her zaman muhtaçtır. O’nun nimetlerine muhtaç olmasından daha çok ihsan ve korumasına muhtaçtır.
- İnsan, kendini sürekli kontrol etmeli, eksik ve kusurlarını düzeltme hususunda kendi niyet ve gayretinden öte Allah’a güvenmelidir.
- Allah, eşiğine baş koyan yüzleri çiğnetmez ve mahcup etmez; yeter ki siz yürekten O’na yönelin ve “Sensiz asla edemem” deyin.
Kendi adıma, makam-mansıp sevdasına kapılmaktan, iyi olarak bilinip tanınmaya kadar her türlü dünyevî isteği Rabb’ime, Efendim’e ve dinime karşı vefasızlık kabul ediyorum. Millet olarak, zaman içinde kendimizi yenilemek, daha parlak bir görüntü sergilemek, hususiyle de son bin senelik müktesebâtımızı, kültürümüzü tanımak, tanıtmak ve dinimizi anlatmaktan başka hiçbir sevdam olmasını istemiyorum.
Bugünkü gibi, hayatımın her gününü sıkıntı, acı ve ızdırap yudumlayarak; her biri kalbimi durduracak büyüklükte üç-dört defa şok yaşayarak; bir ilacın tesiri bitmeden bir diğerini almak zorunda kalarak geçirsem de, ben dünyevî lezzetleri, hatta cenneti değil, her şeye rağmen dinime ve milletime hizmeti tercih ederim. Uzun yaşamak değil benim muradım. Her geceyi “Bu gece son gecemdir.” diye bekliyorum. Ama dünyaya bir “hizmet diyarı” olduğu nazarıyla bakıyor ve hayatta kaldığım müddetçe de bu bakışın gereğini yapmaya çalışıyorum.
Bizler ebedî saadeti yakalamak için kulluk vazifemizi kusursuz olarak yapmaya çalışmalı ve Allah’ın merhametine sığınmalıyız. Sürekli O’nun karşısında el açıp bel bükmeli ve çok dua etmeliyiz. Meselâ, mümkün olduğu kadar çok “Rabbenâ lâ tüziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünke rahmeh (Ey bizim Kerim Rabb’imiz, bize hidayet verdikten sonra kalblerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet bağışla.)” (Âl-i İmrân, 3/8) demeliyiz.. “Allahümme Yâ Mukallibe’l-Kulûb! Sebbit kulûbenâ alâ dînik (Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Kalplerimizi dinin üzere sabit eyle, imanla perçinle, sökülmesin; kurşunla çivile oraya) diye yakarmalıyız. Hemen ardından “Sarrif kulûbenâ ilâ tâatik (Kalbimizi Sana itaate çevir, Sana kulluğa meylettir.)” ifadesini eklemeliyiz. Bunları on defa değil, bin defa söylesek yine de az demiş oluruz.
Kaldı ki, Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi vesellem) bunları sabah ve akşam dualarında üçer kere söylüyor ve bizlere de tavsiye buyuruyor. O bir Nebi’dir; hem mâsum, hem de masûndur ve teminat altındadır. Bize gelince, bizim ne mâsumiyetimiz, ne masûniyetimiz var. Yani ne günahsızız, ne de Allah (celle celâluhu) tarafından korunma ve sıyanet altına alınmışız. Yok, öyle bir teminatımız. O bile böyle diyorsa, bizim titrememiz, çırpınmamız lâzım değil mi?
Allah’a teveccüh et
Hiç kimse demesin “İçime şu geliyor, bu geliyor.. şöyle bir kalbî problemim var..” İçine o geliyor da sen üst üste kırk gece kalkıp o iş için ağladın mı? Başını yere koydun, alnını yaşlar içinde buldun mu? Neden mazeret beyan ediyorsun? Yüreğinle Allah’a teveccüh et, yalvar yakar! “Tut elimden Allah’ım, tut ki edemem Sensiz” de.
Alvar İmamı ne güzel söyler:
Sen Mevlâ’yı sevende
Mevlâ seni sevmez mi?
Rızasına iven de
Hak rızasın vermez mi?
Sen Hakk’ın kapısında
Canlar feda eylesen
Emrince hizmet etsen
Allah ecrin vermez mi?
Sular gibi çağlasan
Eyyûb gibi ağlasan
Ciğergâhı dağlasan
Ahvalini sormaz mı?
Rica ederim, O’nun uğrunda yüreğinizi parçalamadan yüreği parçalanmış insanlara lûtfedilen şeyleri beklemeyin. O bazen ekstradan da lütfedebilir; ama umumiyetle aldığınız risk kadar, gösterdiğiniz gayret ve cehd kadar mükâfat vardır. Hele siz bir, gecenize gündüz boyası çalın, O da sizin gecenizi gündüz yapsın. Siz dünya gecelerinizi gündüz yapın O da ahiret karanlıklarını aydınlığa tebdîl eylesin..
Allah, eşiğine baş koyan yüzleri çiğnetmez ve mahcup etmez; yeter ki siz yürekten O’na yönelin ve “...edemem, Sensiz asla edemem..” deyin.
İlmi olanın ameli de olmalı
Hasan-ı Basrî der ki: “İlimce diğer insanlardan üstün olan kimseye yakışan, amelce de onlara üstün olmasıdır.” Vatana millete hizmet ederken önde görünenler normal insanlardan daha çok evrad u ezkar yapmalı. Çünkü, 1) Sorumluluğu ağır olan insanlar duaya, evrad u ezkara ve inayet eli istemeye daha çok muhtaçtır. 2) Kendi konumunda derince inanmanın gereği olarak kulun ibadet u tâati artmalıdır. Yani, kulun imandaki derinliği zaten onu daha çok zikre sevk eder. 3) “Efelâ ekûnu abden şekûrâ” sırrına göre o şükreden bir kul olmak için sürekli ibadete yönelmeli. Ayrıca, o konumdaki insanlar harem dairesinde bulunmaktadır. Orada bulunan kimseler koridorda duranlar gibi davranamazlar.
Hasan-ı Basrî’ye nispet edilen bir başka sözde o şöyle der: “Biz ilmi dünya için istemiştik, o bizi ahirete çekti.” Bu söz ondan daha önce de söylenmiş olabilir; ama ona dayandırılır. Sanki onunla iştihar etmiştir. “Tâbiîn ubudiyette ve ilimde sahabeden önde görünüyor.” desek doğru olabilir. Ancak sahabe iman ve ubûdiyetin başka bir yönünü temsil ediyordu. O da, dini muhafaza, sıyanet ve emaneti sağ-salim yeni nesle nakletme, ubudiyet ve ilim için uygun zemin hazırlama meselesiydi. Sahabe olmasaydı din olmazdı. Bundan dolayı, onların asrı en hayırlı asırdır ve onlar sonrakilerin sevaplarından da hissedardırlar.
Evet, tâbiîn devri ilmin ve o ilimle amelin zirvede olduğu bir devirdir. Hadiste buyurulur ki: “İlimden ilk kaldırılacak olan şey huşûdur.” Şu an ilimde huşû kaybedildi; o kaybedilince de adeta her şey bitti. Hayatımda tanıdığım birkaç insan vardı. Mesela, birisi namazını o kadar temkinle kılardı ki, birkaç kişi bana şöyle demişti: “Onun dükkânının önünden geçerken bir kere baksam ahireti hatırlıyorum.” Evet, mümin hele ki ilim sahibi bir mümin görüldüğünde Allah (cc) hatırlanmalı.
Haftanın duası
Yâ Rabberrahîm! Bize dokunan ve dokunması muhtemel olan zararları da kaldır.. bizi gaflet, heva ve heves gayyalarından kurtar.. hata işlemekten, masiyetlere düşmekten, küfrün ve dalâletin karanlık vadilerine yuvarlanmaktan muhafaza buyur.. marifet basamaklarındaki derecelerimizi yükselt.. kurbiyetinin halavetini ve üns esintilerini gönüllerimize tattır.. bütün hal, hareket, tavır ve davranışlarımızda ruhumuzun heykelini ikâme etmeyi müyesser kıl..
Sözün özü
Toplumlarda vuku bulan sıkışmalar büyük ölçüde inşirahın hazırlayıcısıdırlar. Meselâ, Allah Teâlâ, İnşirah Sûresi’nde bize, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi vesellem), üzerinde bulunduğu ağır yük sebebiyle bir sıkıntı ve ızdırap içinde olduğunu bildirir. Bunu, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi vesellem) çaresizlik içinde kıvranması şeklinde anlamak mümkündür. Bu şiddetli tazyikten sonra, Allah (celle celâluhu) bişaret esintileriyle Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi vesellem) sadrına inşirah vermiş ve sırtındaki yükünü hafifletmiştir.
- tarihinde hazırlandı.