Eleştiride Üslûb
Günümüzde idarî, siyasî ve politik meselelere yaklaşılırken daha ziyade tenkit ve eleştiri yegâne kriter olarak ele alınıyor. Böyle bir yaklaşım doğru mudur?
اَلتَّخْريِبُ اَسْهَلُ sözü Araplar arasında deyim hâline gelmiş bir sözdür. Mânâ olarak kısaca, "Tahrip kolaydır" diyebiliriz. Evet, tahrip, tenkit ve yıkma çok kolaydır. Ne var ki, aynı ölçüler içinde "yapma"ya gelince, o kolay değil aksine çok zordur. Onun için "yıkma" adına ortaya çıkanlar öncelikle "yapma"nın yollarını araştırmalı, tesbit etmeli sonra "yıkma"ya başlamalıdırlar. Aksi hâlde meydana gelecek boşluklar kat'iyen doldurulamaz.
Evet, bazı meseleler vardır ki, alternatiflerini ortaya koymadan onların tahribe, tenkide ve yıkılmaya tahammülleri yoktur. Zannediyorum peygamberlerin ve hususiyle İnsanlığın İftihar Tablosu'nun en önemli vazifelerinden biri de, işte bu hususla alâkalı dengeyi gerçekleştirmektir. Evet O, toplum içinde yer etmiş bütün yanlışlıkları ortaya koyuyor ve milletin gözünün içine baka baka, mertçe, ikna edici bir üslûpla "Bu yanlıştır!" diye haykırıyordu ama, ardından alternatif doğrular vaz'ederek, kaos içine düşülmesine ve boşlukta yaşanmasına meydan vermiyordu. Yani her şeyi dengeliyor, müsbet ve menfî yönleri ile ele alıyor, fikrî ve hissî boşluklara meydan vermiyordu. Bu davranış tarzının bize anlattığı çok şey var: Bir kere sağlam bir zemine, sağlam bir blokaja oturmayan "yapma" plan ve projeleri olmadan, ulu orta "yıkma" ve "tahrip" teşebbüsleri cinayettir.
Nitekim bu düşünce hayata geçirilmediğinden dolayı, yapılan hataların büyüklüğü ve çapı nisbetinde bazen fert, bazen aile, bazen de devlet ciddî boşluklar yaşamış ve kaosa sürüklenmiştir. Bu meselenin örneklerini devlet ve millet çapında ele aldığımızda ilk defa Osmanlı aklımıza gelir. Bazen padişahlara tavır alınmış, alaşağı edilmiş, yerine daha iyisini bulunuz denmiştir ama, bulunamayınca, daha olumsuz durumlara girilmiş ve eski de eskiler de mumla aranır hâle gelmiştir.
Meselâ, Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han'ın, hal' edilmesinde öncü rol oynayan, ardından alkış tutan Talat, Cemal, Enver Paşalar, Rıza Tevfik, Tevfik Fikret, –bir ölçüde– Mehmet Âkif ve ona "Kızıl Sultan" diyen daha niceleri, sonradan onun hakkında ne takdirkâr sözler söylemişlerdir ama, iş işten geçmiştir. Cemal, Talat, Enver Paşalar "Neden neye kaldık ey gazi hünkâr!" demiş inlemiş; Rıza Tevfik, Yunanlılar, İzmir'i işgal edince, cami şadırvanında hıçkıra hıçkıra ağlamış ve onun ruhaniyatından istimdat şiiri yazmıştır.. evet böyle demişler ama, "ba'de harabi'l-Basra". Devlet-i Âliye yıkılmış, Musul, Kerkük, Süleymaniye, Mısır, Balkanlar gitmiş ve bu altın kuşakta huzur yoklara karışmış; ondan sonra akılları başlarına gelmiş. Dünya şimdilerde bunun bedelini hem de çok pahalı olarak ödemekte. Zira Devlet-i Âliye, Orta Doğusu, Kafkasları, Balkanları ile bir muvazene unsuruydu. Heyhât, böyle bir misyonu ancak yıkıldıktan sonra anlayabildik...
Ne acıdır ki, bu tarihî hatalar şimdilerde de işlenebiliyor. Alternatif doğru plan ve projeler ikame edilmeden, devlet veya hükümetler tahrip ediliyor. Şöyle ki; "Şu kararlara iştirak etmiyorum" veya "Dış politika, iç politika böyle yapılmaz... vs." gibi sadece tenkit ağırlıklı sloganvari sözlerle muhalefet yapılıyor. Böylelerine, nasıl olması gerektiğini söyleyin, yazın, çizin dendiğinde de, "O engin bir malumat, çok ciddî bir tecrübe ister, bu da bizde yok" diyorlar. Rica ederim, devletin veya hükümetlerin yanlışları olabilir. Ama bu kat'iyen: "Hele önce bir yıkalım, sonra nasıl yapacağımızı düşünürüz." felsefesi ile yapılmamalı. Böyle bir düşünce, devleti zaafa uğratır ve içte-dışta itibar kaybına yol açar.. hatta bütün bütün kredilerini kaybetmesine yol açar. Meselâ, coğrafi konumu sebebiyle, stratejik bir yere sahip olan ülkemiz, çevremizde yaşanan siyasî çalkantılar içinde şayet bugün biraz daha güçlü olsaydı, bütün bir Orta Asya'yı arkasına alabilir ve "ilelmerkez" bir güç ve bir vakumla onları yanına çekebilirdi. Hatta İslâm ülkelerini etrafında toplayabilirdi.
Zaten şanlı mazimizde de böyle olmamış mı? Alpaslan, Fatih, Yavuz o güçlü kabulün verdiği güven ile ortaya çıkmış ve milletin içinde ümit olup çınlanmamış mı? Ve bu çınlamaya da çokları müspet cevap vermemiş mi?
Evet, yanlış hesaplar peşinde olanlarla alâkamız yok. Bizler var olduğumuz günden bu yana bazen ağlayarak, bazen de gülerek ama hep dudağımızda ümitten tebessüm, bu milletin kaderi etrafında destanlar koşup durduk. Bu ülke ve bu milletin yeni bir sarsıntı yaşamaması için, kalbimizin korunmasına gösterdiğimiz ihtimamı gösterdik. Maruz kalınan tehlikeler karşısında her zaman yapmamız gerekenleri aradık, araştırdık.. ve senelerce köy köy, kasaba kasaba bizi takip eden, her türlü kötülüğü yapanlara "Herkes karakterine göre amel eder."[1] deyip geçtik. Devlet kademelerini işgal eden zatların bu davranışları karşısında, devletimize, milletimize küsmedik, darılmadık.
Evet, bu hususta, denge çok önemlidir. Ve kanaatimizce, bugün bu alanda çok yanlışlıklar yapılmaktadır. Hâlbuki başta da örnekler vererek arz ettiğimiz gibi, bu türlü davranışlar öyle komplikasyonlara ve beklenmedik arızalara sebebiyet verir ki, onlardan bir tekini bile tamire gücümüz yetmeyebilir.
Bu yaklaşım tarzı, bir kısım radikal görünümlü kimseleri rahatsız edebilir. Ancak bu konu bana göre oldulça nazik. Aslında ben, hiçbir zaman Müslümanca düşüncenin rencide olmasını istemem ve hiçbir Müslümanın kırılmasını arzu etmem. Fakat karşımızda çok farklı İslâmî anlayışlar var. "Müslümanım" diyor, elinde bomba, belinde silah adam vurmak için sokakta. Bunu anlamak ve İslâmî düşünce ile telif etmek oldukça zor. Tabiî herkesi memnun etmek de mümkün değil. O bakımdan şahsen, suiistimale uğrayacak, yanlış yorumlanacak düşünce ve beyanlardan çok endişe duyuyorum. Buna rağmen hak ve hakikati anlatmak da vazifemiz.
Hâsılı, her şey kendi tâbi olduğu kurallar içinde yapılmalı. Yapalım derken de hepten yıkmamaya âzamî özen gösterilmeli. Maziden, tarihî hâdiselerden ders alınarak, mantıkî boşluklar içine düşülmemeli; millet ve devlet bir maceraya kurban edilmemelidir.
- tarihinde hazırlandı.