Esef Verici Durumumuz ve Kurtuluş Yolları
İki-üç asırdır içinde bulunduğumuz perişan hâlden kurtulmanın yolları adına neler söyleyebilirsiniz?
Türk milleti olarak yaklaşık üç asırdan beri 40-50 yıllık fasılalarla büyük musibetlere maruz kalmışızdır. Evet, 17. asrın başından bu yana başımıza sağanak sağanak belâlar yağarken sanki Allah (celle celâluhu), hâdiselerin dili ile "Dikkat edin, kendinize gelin, aslî hüviyetinize dönün!" demesine ve bizi tedip etmesine rağmen bizler bundan gerekli dersi bir türlü anlamamışız ve alamıyoruz. Dolayısıyla böylesi belâ ve musibetlerin üzerimize gelmesine sebep olan yanlışlıkları yapmaya da devam ediyoruz. Hâlbuki bu, bir anlamda yeni musibetler adına Allah'a bir davetiye çıkarmak demektir.
Evet, fasıl ber fasıl musibetler dedik. Meselâ, bir 93 Harbi'nde evler yıkılmış, hanumanlar harap olmuş, yurtlar yuvalar talan edilmiş; Rus askerleri ağaçların her birine bir Mehmetçik asmış ve millet inkisar içinde iki büklüm olmuş.. ardından Balkan Harbi patlak vermiş.. derken 1. Cihan Harbi ve Mehmetçik dört bir yanda Avrupa'nın kâfir ve zalimleri ile göğüs göğüse mücadele etmek zorunda kalmış.. kalmış ve çokları değişik cephelere gitmiş, bir daha geriye dönmemiş. Öyle ki, bütün bunlar şiirlere, ağıtlara, mersiyelere ve türkülere konu olmuş.
Meselâ;
Burası Yemen'dir
Yolu çemendir
Giden gelmiyor
Acep nedendir?
bunlardan sadece biri.
Aslında bu ciğersûz hâdiseler, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Allah'ın bizi özümüzle bütünleşmemiz adına lütfettiği, uyanabilenler için lütuf buudlu musibetlerdir. Ama bizler bunlardan gerekli dersi almaz ve o fasit daire içinde döner durursak, elbette musibetler gelmeye, hem de katlamalı olarak gelmeye devam edecektir; devam edecek, bizler de bu atmosfer içinde, daha bir süre içteki münafıkların yanında, dışarıdaki tecavüzkâr düşmanların gaileleri arasında sıkışıp kalacağız demektir. Ancak bu musibetlerle kendimize gelir, ruhumuzla, özümüzle bütünleşir ve kendimiz olabilirsek, o zaman da her şeye kâdir olan Allah bizlere saadete giden yolları gösterir, biz de yürür gideriz.
Bu tür belâlara muhatap olan ülke sadece biz miyiz? Elbette hayır. Bakınız bir Suriye'ye, Mısır'a, Cezayir'e ve sair İslâm ülkelerine, aynı manzara ile karşılaşacaksınız. Dolayısıyla denebilir ki bu dert, aslında âlem-i İslâm'ın ortak derdidir. Bugün devletler muvazenesinde Müslüman devletlerin ağırlığı olmadığı gibi, yeri de yoktur. Evet bugün, âlem-i İslâm bütünlüğünü kaybetmiş ve kolay yutulur lokmalar hâline gelmiş ve getirilmiştir. Bugün, bir Azerbaycan, Çeçenistan, Bosna-Hersek, Keşmir vs. birçok ülke böyle akıl almaz zulümlere sahne olmaktadır. Oysaki, dün biz böyle değildik.. hem o kadar değildik ki, Batılının "Kızıl Sultan" dediği cennetmekân Abdülhamid Han Hazretleri, Volter'in Hz. Peygamber Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) hakaretlerle dolu piyesini sahneye koymak isteyen Fransızlara bir ültimatom gönderince, biletleri satılan piyes sahneden çekiliyordu. Ardından, İngilizler aynı oyunu oynatmak istiyor, ama aynı ültimatom onlara da gidince, onlar da piyesi sahneden çekmek mecburiyetinde kalıyordu. Tabiî bütün bunlar Osmanlı'nın Batılının deyimi ile "Hasta Adam" olduğu döneme rastlıyordu ki, gayet mânidardır!
Şimdi acaba bütün bunlardan kurtulmanın yolu ve çaresi nedir? Bizler yeniden dünya siyaset ve idaresinde nasıl söz sahibi olacak, nasıl sözü geçen bir millet olma konumuna yükseleceğiz denecek olursa; konuyla alâkalı bir âyetin mealinden hareketle, bir-iki hususu arz edebilirim. Allah (celle celâluhu), Enfâl sûresinde, Hz. Muhammed'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) hitaben buyuruyorlar ki: "Sen onların içinde bulunduğun sürece Allah onlara azap edecek değildir ve onlar istiğfar ederken de Allah onlara azap edecek değildir." (Enfâl sûresi, 8/33) Burada dikkati çeken ve azaba mâni olan iki ayrı nokta nazara verilmekte:
Birincisi, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) maddî-mânevî mevcudiyeti. Nitekim Allah Resûlü'nün bedeni ve cismaniyeti ile aralarında bulunduğu sahabe-i kiram zamanında Allah bu vaadini gerçekleştirmişti. Yani Hz. Nuh, Lut, Salih ve diğer peygamberlerin cemaatlerinin başlarına gelen semavî ve arzî belâlar, Devr-i Saadet'te ümmet-i Muhammed'in başına gelmemiştir.
Şimdi Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) maddî hüviyetiyle aramızda yok. O da bedeni itibarıyla her fâni gibi ebedî âlemde bulunuyor. Ancak bizler, O'nu kalblerimizde, gönüllerimizde daima canlı ve taze tutarak, bu boşluğu kapatabilme mazhariyetine haiz bulunuyoruz. Dolayısıyla O'nun aramızda mânevî mevcudiyeti ile, âyetin ifade ettiği azap edilmeme hükmünden istifade edebiliriz.
İkincisi, istiğfar ve ona devam.. evet, başta Nebiler Serveri olmak üzere, 14 asırdan bu yana gelen, sözleri, tavır ve davranışları ile bizlere rehber olan büyüklerimiz –belki de hiç günahları olmamasına rağmen– hep istiğfara devam etmişlerdir. Meselâ, Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), farklı rivayetlere göre günde 70 veya 100 defa istiğfar buyurmuşlardır. O'nu örnek alan ashab-ı kiram da işledikleri veya işledik zannettikleri bir günahtan dolayı hemen Allah'a istiğfar ile teveccüh ediyor ve günahı telafi yollarını araştırıyorlardı. Ve tabiî arkadan gelenler de…
Görüldüğü gibi, Allah'ın, azap etmemeye sebep gösterdiği istiğfar, bütün canlılığı ile bizden öncekilerin hayatlarında yaşanıyor ve ona tahassun ediliyordu.
Şimdi düşünüyorum, bizler âlem-i İslâm olarak, başta söylediğim gibi 17. yüzyılın başından bu yana, belli bir ölçüde İslâmî hayattan tedricen uzaklaştık.. uzaklaştık ve günahlar içine girdik.. öyleki hep dünyevî hayata özendik, Kur'ân'dan, Resûlullah'tan, onların emirlerinden kopuk bir hayat yaşadık... Bununla beraber, bütün bu yaptıklarımızın günah olduğunun da farkına varamadık ve istiğfar edemedik. Bu itibarla da Âdil olan Cenâb-ı Hak, bizlerin başına türlü türlü belâ ve musibetleri hem de sağanak sağanak gönderiverdi.
Şimdi bu çerçevede, bu musibetlerden sıyrılma düşünülüyor ise, yapılacak şey, istiğfarı bütün yönleriyle hayatımıza hâkim kılmak.. Allah Resûlü'nün sevgisini gönüllerimize nakşetmek.. hataları çarçabuk idrak edip, onlardan kurtuluş çareleri aramak ve o çarelere başvurmak.. evet işte böyle davranınca –inşâallah– bu millet yeniden madde ve mânâ planında dirilecek ve eski muhteşem dönemlerini tekrar ihraz edecektir..!
- tarihinde hazırlandı.