İslâmiyet’ten Önce Zekât

İslâmiyet’ten Önce Zekât

Giriş

Daha önce de kısaca temas edildiği üzere toplum hayatının düzenli bir şekilde devam edebilmesi için insanlar arasında malî farklılıkların bulunması tabiidir; hatta cemiyet şuurunun yerleşmesi için bunun zaruri olduğu da söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında insanlık tarihi, bu farklılığı hep yaşamış ve bundan sonra da yaşamaya devam edecektir. Nitekim Kur’an-ı Hakîm, “Senin Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Halbuki bu dünya hayatında onların maişetlerini aralarında taksim eden, bir kısmının diğer kısmını çalıştırması için, kimini kimine üstün kılan Biziz. Senin Rabbinin rahmeti ise, onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.”[1] buyurmak suretiyle yaratılışa ait bu hakikati bütün berraklığıyla ortaya koymaktadır.

İnsanların elinden tutup onlara maddî-mânevi yükselişe giden yolları göstermekle mükellef kılınan peygamberlerin (alâ nebiyyinâ ve aleyhimüsselâm) önemli vazifelerinden birisi de, insanlar arasındaki bu farklılığı asgari seviyeye indirmek; en azından onlara ifrat ve tefritten uzak orta bir hayat standardı takdim edebilmektir. Bu meyanda onlar, diğer hükümlerin yanında bunu sağlamanın en önemli yollarından birisi olan zekât mükellefiyetini de toplumlarına tebliğ etmişlerdir. Her peygamber hakkında bilgimiz olmasa bile, Kur’ân ve Sünnet’te zikredilen peygamberlerle ilgili verilen bilgiler bu konuda bize yeterli kanaat vermektedir.

Mesela Enbiyâ sûresinde Hazreti İbrahim, Hazreti İshak ve Hazreti Yakup’tan (aleyhimüsselâm) bahsedildikten sonra, وَجَعَلْنَاهُمْ أئِمَّةً يَهْدُونَ ِبِأمْرِنَا وَأوْحِيْنَا إِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَإِقَامَ الصَّلٰوةِ وَإيتَاءَ الزَّكَ ِاة وَكَانوُا لَنَا عَا ِا ِبدِبدينَ

“Onları, emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve onlara hayırlı işler yapmayı, namazı ve zekâtı vahyettik. Onlar bize kulluk eden insanlardı.”[2] buyrulmak suretiyle, onların da ümmetlerine zekâtı emrettikleri ifade edilmiştir.

Bir başka âyette Hazreti İsmail’den (aleyhisselâm) bahsedilirken de,

وَكَانَ يَأْمُرُ اَهْلَهُ بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِۖ وَكَانَ عِنْدَ رَبِّه۪ مَرْضِيًّا

“O da ailesine namaz ve zekâtı emrediyordu. O, Rabbinin hoşnut olduğu kullarındandı.”[3] buyrulmuş ve namaz ve zekât gerçeğinin her dönemde var olduğuna dikkat çekilmiştir.

Bu ayet-i kerimelerden de anlaşıldığı üzere semavî bütün dinlerde namaz ve zekât, vazgeçilmez iki ibadettir. Bu yönüyle de ibadetlerin özünü teşkil ederler. Bu hükmü bize bildiren Kur’ân-ı Kerim şöyle demektedir:

 وَمَا أمِرُوا إِلَّ لِيَعْبُدُوا اللهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاءَ وَيقِيمُوا الصَّلٰوةِ وَيؤُتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ

“Daha önceki ümmetlere, sadece, tam bir tevhid şuuruyla yalnızca Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları, zekât vermeleri emredilmişti. İşte dosdoğru din budur.”[4]

Hazreti Şuayb’la (aleyhisselâm) kavmi arasında geçen ve kavminin, zekât mükellefiyeti karşısındaki itirazlarını anlatan şu âyet de bize, o dönemdeki zekât farizasından haber vermektedir:

قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ

“Dediler ki, ‘Ya Şuayb! Sana atalarımızın ibadet ettiklerinden vazgeçmemizi ve mallarımızda istediğimiz gibi tasarruf edemeyecek olmamızı namazın mı emrediyor? Hâlbuki sen, şüphesiz halim ve aklı başında birisin.”[5]

Medyen halkının, “mallarında istedikleri gibi tasarruf edememe” şeklindeki endişeleri, Hazreti Şuayb’ın da onlara zekâtı emrettiği ve dolayısıyla kavmi tarafından böyle bir itiraza muhatap olduğu fikrini vermektedir. Âdeta her yönüyle kabul edip sinelerine bastıkları Hazreti Şuayb’ın, zekâtla karşılarına çıkmasını hazmedememişler ve bunun faturasını da zekâtla ikiz bir ibadet olan namaza çıkarmayı tercih etmişlerdir.

Kur’ân’da zikredilen her peygamber için, zekât mükellefiyetini emrettikleri açıkça ifade edilmese bile, Hazreti Âdem’le başlayan nübüvvet silsilesinin temsil ettiği dinin ruhunda bulunan yardımlaşma ve dayanışma hasletlerinden ve yukarıda verdiğimiz âyetlerden hareketle her dönemde namaz ve zekâtın var olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Hazreti Musa ve Hazreti İsa’ya verilen kitapların aslı günümüze ulaşmasa da yaşadıkları topluma zekâtla ilgili pek çok hükmü teklif ettiklerini bugün elimizde olan Tevrat ve İncil’de dahi görmek mümkündür. Hadislerde sayıları 124 bine ulaştığı bildirilen peygamberlerin,[6] geride bıraktıkları ve günümüze kadar gelebilen eserleri olmadığı için biz, sadece Kur’ân ve Sünnet’in anlattığıyla iktifa ediyor ve bunlardan yola çıkarak zekâtın her dönemde var olduğunu düşünebiliyoruz. Yahudi ve Hristiyanlar için de zekâtın farziyetini açık ifadelerle haber veren Kur’ân âyetlerinin bulunması bu konuda ayrıca dikkat çekmektedir.

Mevcut Tevrat ve İncil’in ilgili bölümlerine baktığımızda İslâm’ın zekât anlayışıyla mutabakat ve benzerlik arz eden ifadelerle karşılaşırız. Şimdi dilerseniz biraz da bu benzerlikler üzerinde durmaya çalışalım.

Yahudilikte Zekât

Kur’ân, Yahudilerden bahsederken, genelde onların, devamlı kaygan bir zeminde dolaştıklarına dikkat çeker ve zaman zaman da bize, onlara ait bazı mükellefiyetleri aktarır. Mesela bir yerde şöyle buyurur:

وَإِذْ أخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لَ تَعْبُدُونَ إِلَّ اللهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَقُولوُا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَأقِيمُوا الصَّلٰوةِ وَآتُوا الزَّكَاةَ ثمَّ تَوَلَّيْتُمْ إِلَّ قَلِيلً مِنْكُمْ وَأنْتُمْ مُعْرِضُونَ

“Biz, İsrailoğullarından şöyle söz almıştık: ‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, ana-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz. İnsanlara güzel söz söyleyecek, namaz kılacak, zekât vereceksiniz!’ Sonra siz, pek azınız hariç sözünüzü tutmadınız, sırtınızı dönüp gittiniz.”[7]

Allah’a isyan etmelerine rağmen, haklarında kurtuluş fermanı olabilecek ameller gösterilirken, yine namazın yanında zekâta da yer verilir: وَلَقَدْ أخَذَ الله مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا وَقَالَ الله إِنِيّ مَعَكُمْ لَئِنْ أقَمْتُمُ الصَّلٰوةِ وَآتَيْتُمُ الزَّكَاةَ وَآمَنْتُمْ ِبِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأقْرَضْتُمُ اللهَ قَرْضًا حَسَنًا لَكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَلَدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْنْهَارُ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ

“Allah, İsrailoğullarından söz almıştı ve içlerinden on iki başkan göndermiştik. Allah şöyle demişti: ‘Ben sizinle beraberim. Eğer namaz kılar, zekât verir, elçilerime inanır, onlara destek çıkar ve Allah’a güzel borç verirseniz (Allah için yoksullara yardımcı olursanız) elbette günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan Cennetlere koyarım. Bundan sonra sizden kim de nankörlük ederse, düz yoldan sapmış olur.”[8]

Günümüzdeki hâliyle bile Tevrat’ı gözden geçirecek olursak, fakir-zengin yakınlaşması diyebileceğimiz zekât hakkında pek çok ifadeye rastlamamız mümkündür. Onlardan bazıları şu şekildedir:

“Gevşek elle işleyen, fakir olur; fakat çalışkanların eli zengin eder.”[9]

“Çünkü düşkünün derdini hor görmedi ve tiksinmedi; yüzünü de ona örtmedi; bilakis onu imdada çağırınca işitti.”[10]

“Rabbe ilâhî okuyacağım, çünkü bana cömertlik etti.”[11]

“Fakire acıyan, Rabbe ödünç verir ve karşılığını Rab ona öder.”[12]

“Fakiri sıkıştıran, onu Yaratanı hor görür; fakat yoksula acıyan onu izzetlendirir.”[13]

“Ağzını aç, doğrulukla hükmet ve hakirle fakirin davasını gör.”[14]

“Çünkü yardıma çağıran düşkünü ve yardımcısı olmayan öksüzü kurtarırdım. Yoksullar için baba idim ve tanımadığım adamın davasını eşelerdim ve zalimin azı dişlerini kırardım ve avı onun dişlerinden koparırdım.”[15]

“Allah’ın, Rabbin sana vermekte olduğu kendi memleketinde, kardeşlerinden biri, fakir bir adam, senin yanında, kapılarının birinde olursa, yüreğini katılaştırmayacaksın ve fakir kardeşine elini kapamayacaksın; fakat ona mutlaka elini açacaksın ve muhtaç olduğu şeyde mutlaka ihtiyacına yetecek kadar ona ödünç vereceksin. Sakın, ‘Yedinci yıl, ibra yılı yakındır.’ diye yüreğinde bayağı düşünce olmasın ve fakir kardeşine karşı gözün kötü olmasın ve ona bir şey vermemezlik etmeyesin ve sana karşı Rabbe çağırırsa sana suç olmasın. Ona mutlaka vereceksin ve ona verdiğin zaman yüreğin kederlenmeyecek. Çünkü bütün işlerinde ve el attığın her şeyde Allah’ın Rab seni bunun için mübarek kılacaktır. Çünkü memleketin içinde fakir eksik olmayacaktır. Bunun için ben: Mutlaka kendi memleketinde kardeşine, hakirine ve fakirine elini açacaksın diye sana emrediyorum.”[16]

“Kim fakire verirse onun eksiği olmaz; fakat kim ondan göz çevirirse o çok lanet alır.”[17]

“Canının çektiği şeyi aç olana verirsen ve hor görülmüş canı doyurursan; o zaman karanlık içinde ışığın doğacak ve koyu karanlığın öğle vakti gibi olacak.”[18]

“Kazancı çoğaltmak için fakiri ezen ve zengine veren, an cak yoksulluğa düşer.”[19]

Görüldüğü gibi Tevrat âyetlerinin neredeyse hepsini Kur’an-ı Kerîm’in bir âyeti veya Efendimiz’in bir hadisiyle irtibatlandırıp aralarındaki benzerlikleri ortaya koymak mümkündür. Hele bazılarındaki ayniyet derecesindeki benzerlik, oldukça dikkat çekicidir. İşte bu benzerlik, daha önce de ifade ettiğimiz gibi semavi kaynağın tek olduğunu ve temel meselelerin her devir ve dönemde emir, nehiy veya tavsiye şeklinde mevcudiyetini göstermektedir.

Burada şu noktanın hatırlatılmasında fayda var: Gerek yukarıda zikredilen Tevrat âyetleri, gerekse İncil’den nakledeceğimiz hükümler, günümüzde elde bulunan Tevrat ve İncil nüshalarından alınmıştır. Dolayısıyla bunların, bozulmamış olma ihtimalinin yanında, tahrif edilmiş olabilecekleri de hatırdan çıkarılmamalıdır. Durum böyle olunca, “Ne bunlar gerçek Tevrat ve İncil’dir.” diye tasdik etmemiz, ne de “Bunlar kesinlikle tahrife maruz kalmıştır.” diye terk etmemiz mümkün değildir. Bu noktada bize ışık tutan bir hadislerinde Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem),  مَا حَدَّثَكِمْ أهْلُ الْكِتَابِ فَلَ تُصِدِّقُوهِمِ وَلَ تُكَذّبُوهُمْ وَقُولوُا آمَنَّا ِبِالله وَرُسُله فَإِنْ كَانَ بَ ِاطلً لَمْ تُصَ ِدّقُوهُ وَإِنْ كَانَ  حَقًّا لَمْ تُكَذِّبوُهُ “Ehl-i Kitap size bir şey anlatırsa, onları ne tasdik edin ne de yalanlayın. Ancak ‘Allah’a ve peygamberlerine iman ettik deyin.’ Böylece şayet bâtıl ise tasdik etmemiş; doğru ise yalanlamamış olursunuz.”[20] buyurarak takınmamız gereken tavra işarette bulunmaktadır.

Hristiyanlıkta Zekât

Hristiyanlıktaki durum da Yahudilikten farklı değildir. Kur’ân’ın verdiği bilgiye göre Hazreti İsa (aleyhisselâm), mucizevî bir şekilde ve daha beşikteyken Allah’ın (celle celâluhu) kendisini mükellef kıldığı hususları şu şekilde anlatmıştır:

وَجَعَلَن۪ي مُبَارَكًا اَيْنَ مَا كُنْتُۖ وَاَوْصَان۪ي بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِ مَا دُمْتُ حَيًّاۖ۝ وَبَرًّا بِوَالِدَت۪يۘ وَلَمْ يَجْعَلْن۪ي جَبَّارًا شَقِيًّا۝ وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ اَمُوتُ وَيَوْمَ اُبْعَثُ حَيًّا

“Beni, bulunduğum her yerde insanlara yararlı kıldı. Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı, zekât vermeyi emretti. Beni anneme hayırlı bir evlat kıldı; hayırsız bir zorba kılmadı. Doğduğum gün de, öleceğim gün de, yeniden diriltileceğim gün de (Allah’tan) bana esenlik verilmiştir.”[21]

Hazreti İsa (aleyhisselâm) bilindiği üzere Yahudilerin elinde maddenin –haşa– mabut seviyesine çıkarıldığı bir dönemde gelmiştir. O, bu düşünceyi tadil etmek için çok gayret sarf etmiş, fakat netice itibariyle getirdiği din, müntesipleri tarafından tamamen ruhanî bir mahiyete sokulmak istenmiştir. Âdeta ifrattan tefrite bir savrulma yaşanmıştır. Aslında o, şeriat itibarıyla genel olarak Tevrat’ın ahkâmıyla mükellef olmakla birlikte, aynı zamanda o güne kadarki tahrifatı düzeltmekle de vazifelidir. Dolayısıyla Yahudilikte –zekât ve sadakayla ilgili ahkâm dâhil– geçerliliği olan hükümler, aslî hüviyetiyle Hristiyanlıkta da tatbik edilecektir. Başka bir tabirle şayet İncil, zekât ve sadaka konusunda sükût ederek herhangi bir hüküm bildirmemiş olsaydı, zaten hükümlerini uygulamakla yükümlü oldukları Tevrat’ın bu noktadaki ifadeleri, İncil mensuplarını da bağlayacak ve ona göre amel edeceklerdi. İncil’in daha çok bir ahlâk kitabı konumunda olduğu göz önüne alınacak olursa, aynı zamanda bunun zarureten böyle olduğu görülecektir. Kaldı ki İncil’de gerek doğrudan, gerekse dolaylı ifade lerle zekât ve sadakayı anlatan bir hayli âyet bulunmaktadır. Yukarıda da üzerinde durmaya çalıştığımız tahrif mülâhazası mahfuz, mevcut İncil’de, infak ve fakirlik konularında şu beyanları görüyoruz:

“Sakının ve insanlara olan iyiliğinizi gösteriş için yapmayın; yoksa göklerde olan Babanızın önünde karşılığınız olmaz. Şimdi, sen sadaka verdiğin zaman, ikiyüzlü adamların insanlardan hürmet görmek için, havralarda ve sokaklarda yaptıkları gibi, önünde boru öttürme. Doğrusu size derim: Onlar karşılıklarını aldılar. Fakat sadaka verdiğin zaman, sol elin sağ elinin ne yaptığını bilmesin; sadakan gizli olsun. Gizliyi gören Baban da sana ödeyecektir.”[22]

“Mabede girenlerden sadaka dilenmek için her gün onu mabedin Güzel denilen kapısı yanına koyarlardı. Ve mabede girmek üzere olan Petrus ile Yuhanna’yı görüp sadaka istedi.”[23]

“Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin ki, orada güve ve pas onları yiyip bozmasın; hırsızlar delip girerek çalmasınlar. Fakat kendinize gökte hazineler biriktirin ki, orada ne güve ne de pas yiyip bozar ve hırsızlar orada ne delerler ne de çalarlar. Çünkü hazinen nerede ise, yüreğin de orada olacaktır.”[24]

“Çok korkarak ona göz dikip dedi: ‘Nedir, ya Rab?’ Melek de ona dedi: Duaların ve sadakaların anılması için Allah’ın önüne çıktılar.”[25] 

“Kornelius, senin duan işitildi, sadakaların Allah’ın önünde anıldı.”[26]

“Bunun için size diyorum: Ne yiyeceksiniz, yahut ne içeceksiniz diye hayatınız için; ne giyeceksiniz diye de bedeniniz için kaygı çekmeyin. Hayat yiyecekten ve beden giyecekten daha üstün değil midir? Göğün kuşlarına bakın. Onlar ne ekerler, ne biçerler, ne de ambarlara toplarlar. Semavî Babanız onları besler. Siz onlardan daha değerli değil misiniz? Sizden kim kaygı çekmekle boyunun ölçüsüne bir arşın katabilir? Niçin elbiselerden ötürü kaygı çekiyorsunuz? Kır zambaklarının nasıl büyüdüklerine iyi bakın; ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler. Size derim: Süleyman bile, bütün izzetinde bunlardan biri gibi giyinmiş değildi. Fakat bugün mevcut olup yarın fırına atılan kır otunu Allah böyle giydirirse, sizi daha çok giydirmez mi, ey az imanlılar? Şimdi, ‘Ne yiyeceğiz?’ veya ‘Ne içeceğiz?’ ya da ‘Ne giyeceğiz?’ diye kaygı çekmeyin. Çünkü Milletler bütün bu şeyleri ararlar; çünkü semavî Babanız bütün bu şeylere muhtaç olduğunuzu bilir. Fakat önce onun melekûtunu ve salahını arayın. Bütün bu şeyler size artırılacaktır. Bundan dolayı yarın için kaygı çekmeyin; zira yarınki gün kendisi için kaygı çekecektir. Kendi derdi güne yeter.”[27]

“İsa ona dedi: Eğer kâmil olmak istersen, git, neyin varsa sat ve fakirlere ver. Göklerde hazinen olacaktır; ve gel, benim ardımca yürü. Fakat genç adam bu sözü işitince kederli gitti; çünkü çok malı vardı. Ve İsa şakirtlerine dedi: Doğrusu size derim ki; göklerin melekûtuna zengin adam çok zor girer. Yine size derim; devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin adamın

Allah’ın melekutuna girmesinden daha kolaydır.”[28]

“Fakat siz, içindekilerden sadaka verin; kendinize eskimeyen keseler, göklerde eksilmeyen hazine yapın; oraya hırsız yaklaşmaz ve güve de bozmaz.”[29]

“Bütün mallarımı sadaka olarak yedirsem ve eğer bedenimi yanmak üzere teslim etsem, fakat sevgim olmasa, bana hiç fayda etmez.”[30]

“Gidişiniz para sevgisinden beri olsun; sizde olan şeylerle kanaat edin. Çünkü kendisi dedi: Seni hiç boşa çıkarmam ve seni hiç bırakmam.”[31]

Günümüzdeki İncil’e baktığımızda sadece zekât mükellefiyetinin tebliğ edilmediğini aynı zamanda zirai mahsullerden alınacak miktarın öşür olarak tayinin de yapıldığını ve bunu vermeyenlerin şiddetle kınandığını müşahede etmekteyiz. İncil, ikiyüzlülüklerinden dolayı hesaba çektiği bir topluluğa karşı Hazreti İsa’nın (aleyhisselâm) şu ikazı yaptığını aktarmaktadır: “Vay başınıza Yazıcılar ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Çünkü nanenin, anasonun ve kimyonun ondalığını veriyorsunuz ve Şeriat’ın daha ağır işlerini, adaleti, merhameti ve imanı bırakıyorsunuz. Onları yapmalı idiniz, bunları da bırakmamalı idiniz.”[32]

Görüldüğü gibi İncil’in çoğu ifadelerini de Kur’ân ve hadisten bir semavi beyanla irtibatlandırmamız mümkündür. Bunların bazılarıyla ayniyet ölçüsünde bir benzerlik bulunması, yine bize kaynaktaki vahdeti göstermektedir.

Evet, tahrif görmüş ve çok badirelerden geçmiş olmalarına rağmen Tevrat ve İncil dikkatlice ve sadece bu zaviyeden yeniden gözden geçirilse, zannımca daha çok benzerlikler çıkacaktır.


[1] Zuhruf sûresi, 43/32.

[2] Enbiyâ sûresi, 21/73.

[3] Meryem sûresi, 19/55.

[4] Beyyine sûresi, 98/5.

[5] Hûd sûresi, 11/87.

[6] Bkz.: Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 5/265; İbn Hibbân, es-Sahîh 2/77; et-Taberânî,     el-Mu’cemü’l-kebîr 8/217; el-Hâkim, el-Müstedrek 2/652..

[7] Bakara sûresi, 2/83

[8] Mâide sûresi, 5/12.

[9] Süleyman’ın Meselleri, Bab: 10, âyet: 4.

[10] Mezmurlar, Bab 22, âyet: 24.

[11] Mezmurlar, Bab 13, âyet: 16.

[12] Süleyman’ın Meselleri, Bab 19, âyet 17.

[13] Süleyman’ın Meselleri, Bab 14, âyet 31.

[14] Süleyman’ın Meselleri, Bab 31, âyet 9.

[15] Eyub, Bab 29, âyet 12, 16,17.

[16] Tesniye, Bab 15, âyet 7, 8, 9, 10, 11, 12.

[17] Süleyman’ın Meselleri, Bab 28, âyet 27.

[18] İşaya, Bab 58, âyet 10.

[19] Süleyman’ın Meselleri, Bab 22, âyet 16.

[20] Ebû Dâvûd, ilim 2; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, 4/136.

[21] Meryem sûresi, 19/30-33.

[22] Matta, Bab, 6, âyet, 1-4.

[23] Resullerin İşleri, Bab, 3, âyet, 3-4.

[24] Matta, Bab 6, âyet 19-22.

[25] Resullerin İşleri, Bab 10, âyet 4.

[26] Resullerin İşleri, Bab 10, âyet 31.

[27] Matta, Bab 6, âyet 25-34.

[28] Matta, Bab 19, âyet 21-24.

[29] Luka, Bab 12, âyet 33.

[30] I. Korintliler, Bab 13, âyet 3.

[31] İbraniler, Bab 13, âyet 5.

[32] Matta, Bab 23, âyet: 22.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.