Muharrem Kalyoncu

1966 yılının 7. ayında Hocaefendi Kestanepazarı'na geldi. Hocaefendi her yönüyle o güne kadar tanıdığımız vaiz ve hatiplerden çok farklıydı. Hem dış görünüş hem de konuşma tarzı itibariyle. Mesela, Kestanepazarı'nda vaaza çıkacağı zamandı. Herkes heyecanla O'nun kürsüye çıkmasını bekliyordu. Biz her zaman ki gibi duvar da asılı olan Yaşar Hoca'nın cübbesini alacak ve öyle kürsüye çıkacak zannediyoruz. Fakat Hocaefendi bahçedeki küçük kulübesinden kendi cübbesiyle beyazlar içinde çıktı. Cemaat onu görünce çok heyecanlandı. Herkes ayağa kalktı. Bizler heyecandan hazırladığımız teypleri bile çalıştıramadık. O günden sonra her Cuma sabahın erken saatlerinden itibaren onu dinlemek için camiye gelir olduk.

Hocaefendi'ye o kadar alışmıştık ki, iki üç gün görmezsek, rahatsız olurduk. Cami cemaati birbirine çok bağlıydı. Birisi bir iki gün gelmezse, ortalıklarda görünmezse hemen sorup soruştururduk. Birinin bir ihtiyacı olsa, mesela su içecek olsa hemen gidip getirirdik. Öyle bir cemaattık.

O sıralar Mersinli'den üç arkadaş gece 12'de Hocaefendi'yi ziyarete Kestanepazarı'na gittik. Kapı kapalıydı ve açmaları da mümkün değildi. Biz kapıya yaklaşınca kapı kendiliğinden açıldı ve Hocaefendi bizi karşıladı. Selamlaştık. Sonra Hocaefendi hiç konuşmadan yürümeye başladı. Biz de arkasından takip ediyoruz. Hocaefendi arasıra duruyor, tekrar devam ediyor, köşelerden dönerken ihtiyatlı davranıyoruz. Şimdiki müftülük camiinin en üst katında o zaman talebeler vardı. Hocaefendi oraya girdi, biz de ardından girdik. Tabii biz şaşırdık, o zamana kadar böyle bir şey görmemiştik. Hocaefendi orada talebelerle meşgul oldu. Üstü açılanları örttü, kimisini elinden tutup tuvalete götürdü, onlarla yakinen ilgilendi. Sonra da işini bitirdikten sonra geldi ve köşeye oturdu, yüksek sesle hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Biz tabii ne olduğunu anlayamadık.

Kemalpaşa'yı geçince Parsa ilçesi vardır. Bir gün Hocaefendi oraya vaaza gidiyor. Bende onunla beraber gittim. Otobüsle gidiyoruz. Parsa'ya gelince millet bekliyor orada. ikindi veya akşamdan sonra vaaz olacak. Tam otobüsten inerken belediye hopörlerinden ilan yapılıyor. "Dikkat, dikkat İzmir'in meşhur merkez vaizi Fethullah Gülen Hoca vaaz edecek" diye. Bir aralık Hocaefendi kalabalığın arasından sıyrıldı ve hemen İzmir, İzmir diye bağıran arabaların birine atladı. Biz de zar zor yetiştik. Tabii anlayamamıştık, bunun sebebini. Daha sonra anlıyoruz ki hoparlör ilanını duyunca çok sinirlenmiş bundan dolayı orayı terk etmiş. Tabii o gün vaaz olmadı. Buna benzer bir hadise Bursa'da da cereyan etmişti. Bir konferans esnasında. Hocaefendi konuşmaya başladıktan sonra bir alkış furyası kopunca Hocaefendi ikaz etti. Bir daha oldu, bu sefer Hocaefendi sert sert baktı ve devam etti. Üçüncü defa alkış olunca Hocaefendi "Esselamu Aleyküm" dedi ve ayrıldı. Konferans bir sinemada oluyordu ve çok da kalabalık bir cemaat vardı.

İlk kahve sohbeti bizim muhitte (Mersinli) oldu. Hocaefendi cami cemaatiyle bu işin yürümeyeceğini anlamış olacak ki, genç insanlar istiyordu. Gençler de ekseriya kahvelerde toplanıyorlardı. Zaten camie gelen belli insanlardı. Madem diğerleri camie gelmiyorlar. O zaman biz onların yanına gidelim düşüncesiyle Hocaefendi ilk kahve sohbetine bizim muhitten başlamamızı istedi.

Mersinli'de ilk kahve sohbetinin yapıldığı kahveyi bin bir güçlükle ayarladık. Tabii Hocaefendi falan konuşacak demiyoruz adamlara. Burası çok özel bir kahve idi. Gençliğin ve talebelerin yoğun olduğu bir yerdi. Hatta tanıdığımı birkaç tane doçentin bile orada oyun oynadığını görüyorduk. Bu ilk kahve sohbeti şöyle cereyan etti:

Hocaefendi ayağa kalktı ve konuşmaya başladı. Daha evvel biz kendisini takdim edelim, bir giriş yapalım diye teklif ettik ama kabul etmedi. Tabii olsun dedi. Önce bu işin buralarda olmayacağını fakat sizlerin camiye gelmeyişiniz bizi buraya getirdi. Siz çeşitli nedenlerle camiden ve cemaatten koparıldınız, ürkütüldünüz. Bu nedenle hakikatları size cami de anlatamıyoruz. Anlatamadığımız içindir ki biz buraya geldik diye başladı ve devam etti.

Böyle bir şeye hazırlıklı olmayan cemaat yavaş yavaş homurdanmaya başladı. Yüksek sesle Hocaefendi'ye laf atıyorlar, küfür ediyorlar, kırıcı ithamlarda bulunuyorlardı. Tabii Hocaefendi bunların hiçbirine aldırış etmiyor ve konuşmasına devam ediyordu. 1 saat kadar protestolu hava içinde konuşma devam etti. Sonra dışardan insanlar geldi. İçerisi epeyce kalabalık oldu. 2,5 saat sonra polisler geldi. "Hani belgeniz, kim bunu organize etti, neredeler, çıksınlar" diye bağırdılar. Tabii biz hemen müdahele ettik vaziyeti ayarladık. Bu inkıtayla beraber toplam 3,5 saatlik bir sohbet oldu.

Bu kahve sohbeti mahkemelik oldu. Mahkememiz iki sene sürdü. O gün bizi karakola götürdüler. Sabaha kadar beklettiler.

Kahve sohbetlerinin müspet tesirleri mutlaka oluyordu. Buca'daki kahve sohbetlerinde solcular, ateistler soru soruyorlardı. Biz de halkın arasında hem soru soruyor hem de halkın nabzını yokluyorduk. Millet takdirle karşılıyor, hayretini ifade ediyordu. Hocaefendi'nin sorulara ikna edici cevaplar vermesi ve çok geniş kültürü dinleyenleri mest ediyordu.

Karşıyaka'daki istasyon kahvesinde de çok gerilimli bir sohbet olmuştu. Protesto etmişlerdi ama çoğu kimsenin hoşuna gitmişti. Biz burada da halkın arasında dolaşıp kritik yapıyoruz. Herkes beğeniyordu. "Yahu gericilerin arasında da böyle adamlar var mıydı?" diyorlardı. Bunun içinde bir oyun olmasın palan gibi şeyler söylüyorlardı. İnanasıları gelmiyordu.

Hocaefendi'yle Büyük Belen'e gidiyoruz. Burası çok büyüktü, kalabalıktı ve şen şakraktı. İlk defa arabayla çıkıyoruz. Yol köylülerin kama kürekle açtığı yol. Araba yolda badanaj yaptı ve tüm çabalarıma rağmen yerinden kalkmadı ve battıkça battı. Bu sırada Hocaefendi daima birşeyler okuyordu. Birden kendimizi düzlüğe çıkmış bulduk. Ne olduğunu kimse anlayamadı. Ben de şaşırdım. Çünkü arabayı kullanmıyordum. O sıra talebeler etrafımızı sardılar. Hocaefendi bakışlarıyla sanki bunları kimseye anlatma der gibiydi. Ben de uzun zaman kimseye bahsetmedim.

Yine bir gün ben, H. İbrahim Uçar ve Şefik tabii bir de Hocaefendi Foça tarafına gidiyoruz. Yola çıkarken arkadaşlara tembih ettim, Menemen'den çıkarken hatırlatın da benzin alalım. Benzin çok azaldı, kırmızı lamba yanıyor, dedim. Tabii hepimiz unuttuk veya unutturulduk. Gittik dağ tepe epey gezdik. Sonra aklımıza geldi. Biz telaşlandık fakat bu vaziyette 70 km. yol katettik. Hiç benzin yokken. Bir benzinliğe doğru gelirken H. İbrahim: "Hocam bize şurada ayran ısmarlar mısınız?" diye sordu. Hocaefendi da: "Olur, siz de bu arada benzin alırsınız" dedi.

Demek ki benzinin bittiğinden haberi varmış.

Elbistan'da âmâ bir zat var. Biraz ilmi de varmış. Bu zat manevi temessül alemlerinden Hocaefendi'yi tanıyor. Yanına vardığımızda bizim gözlerimizden öpüyordu. Bu gözler onu gördü diye.

Turgutlu'da bir kahve sohbeti oluyor. İçerde biz dışarda solcular var. Onlar daima parazitlik yapıyorlar. İçerde coşanlar, bağıranlar var. Dışardan da solcular bağırarak bunlara karşılık veriyorlardı. Tabii Müslümanlar çoğunlukta olduğu için bize bir şey yapamıyorlardı.

Hocaefendi kahve sohbetlerini ayakta yapardı. Oturarak konuşmayı sevmezdi zaten. Hatta Bornova'da vaaz ederken kürsüyü bozdurup ayakta duracak hale getirmişti. Tabii dışarıdan bakan onu oturuyor zannediyordu.

Camideki akşam sohbetlerinden sonra isteyenler hususi bir takım meselelerini soruyorlardı. O zaman ufak bir çocuk kürsünün önüne gelerek Hocaefendi'ye: "Sizin gözlerinize bakarken içimden cız diye birşey oluyor bu nadir?" diye sormuştu. Hocaefendi buna cevap vermedi.

İlk kahve sohbetinde toplam üç kişiydik. Hocaefendi, ben ve Yusuf Öztarzan.

Kahve sohbetlerinin çoğu banta alınmadı. Fakat cami sohbetleri alınıyordu. Cami sohbetleri çok kalabalık oluyordu. Birçok solcu da gelip soru soruyorlardı. Cami sohbetleri soru-cevap şeklinde oluyordu. Sorulara mukni ve tatlı cevaplar veriyordu Hocaefendi. Hatta Karşıyaka'lı birisinin cinlerle ilgili bir sorusuna Hocaefendi cevap verdikten sonra soruyu soran arkadaş ayağa kalktı ve : "Vallahi çok tatlı, tatmin oldum, tatmin oldum" diye sevincini ifade etmişti.

Benim eve Hocaefendi'nin ilk gelişi vardı. Biz yemek hazırlatmıştık. Fakat Hocaefendi hiçbirşey yemedi, sadece salata yedi. Tabii arkadaşlar da yemeyince yemekler kaldı.

Türkiye'nin her tarafında okullar boykot ediliyordu. Hocaefendi boykot yapılmasını istemiyordu. İslam Enstitüsü'nün çevresini bütün sivil halk sardı ve boykot yaptırmadık.

Hocaefendi konuştuğu zaman herkes hayran kalıyordu. Mersinli de kahve da konuşurken o zamanların müseccel solcusu, Marko Paşa gazetesini çıkaranlardan biri böyle gözlerini kapar ve pür dikkat Hocaefendi'yi dinlerdi. Arkadaşları ona takılırdı. Uyuyorsun diye. O da: "Hadi ulan, kafasız, o adam konuşurken bir sivrisinek geçer de, dikkatim dağılır ve bir kelimenin yüzde birini dahi olsa kaçırırım diye gözlerimi kapatıyorum." derdi. Hocaefendi'yi nasıl bulduğunu sorduğumuzda ise: "Ummanlar ummanlar, başka tarifi yok bunun. Ne yazık ki, endişem ve üzüntüm odur ki böyle bir adamın solcu olmasını arzu ederdim." demişti.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.