Eşitlik

İslâm, eşitliği, Hakk'ın isteği ve insana saygının gereği olarak görür.. ve onun sarsılmasını ya da tamamen ortadan kaldırılmasını insanlığa karşı işlenmiş büyük bir cinayet sayar. O, renk, ırk, bölge ve seviyeli ailelerden gelmeye bağlı imtiyazlara karşı açıkça tavır alır ve her zeminde bu çarpık anlayışla fikren mücadele eder. O, her zaman istîdat ve beceri farklılıklarını alkışlayıp öne çıkarmada, herkese aynı fırsat eşitliğinin verilmesi ve aynı imkânlardan yararlandırılması konusunda fevkalâde hassastır. İslâm, soya-sopa bağlı yapılanmaları tasvip etmediği gibi, hayatın sadece tek bir ünitesinde bile olsa, belli bir sınıfın hakimiyetini de (bir çeşit oligarşi) açıkça reddeder. O, her zaman ferdî kabiliyetlerin önünü açar, başarıları alkışlar ve bunu, "Sizin bazınızı bazınızdan üstün kıldık." mazmununun gereği sayar. Buna mukabil, her türlü monarşik mülâhazaya karşı da mücadelesini sürdürür.

İslâm, toplumun her fert ve her kesimini aynı sıcaklıkla bağrına basar. Herkesin ihtiyaç ve beklentilerini eşit bir çizgide değerlendirir ve avazı çıktığı kadar kimsenin kimseden üstün olamayacağını haykırır; haykırır ve hem eşitliği hem de fırsat eşitliğini ısrarla vurgular. O, istîdatları alâkasızlığın ağında söndürme ve kabiliyetleri seçkin doğmamışlıkla zincire vurup felç etmenin üzerine hışımla yürür.. ferdin iç dinamizmi ve samimî gayretlerine dayanmayan yükselmelerin, büyümelerin karşısına dikilir ve açıktan açığa bunun gayri ahlâkî olduğunu ilan eder. Gayri ahlâkî bu tür davranışları da büyük ölçüde ruh sefaletine bağlar. İslâm, böyle bir ruh sefalet ve zilletini, hem onun maddî sebep ve sâiklerini ortadan kaldırarak, hem de iman, mârifet ve ihsan şuuruyla ferdî iradeleri güçlendirerek ruhlardan söküp atmaya çalışır. (Kendi Dünyamıza Doğru, s. 110-111)

İslam dinine göre; insanlar hür doğmuşlardır. Hak ve kıymet açısından hepsi birbirine eşittir. Düşünce hürriyeti, ifade hürriyeti, vicdan hürriyeti vazgeçilmez haklardandır.. ve yine Müslümanlığa göre; ırk, cins, renk, dil, din ayrımı yapılmaksızın herkes aynı hak ve aynı imkânlara sahiptir. Ayrıca, bu haklar, insanın ruh ve beden gibi iki ayrı yanıyla alâkalı büyük-küçük her türlü hukukunu ve bugün oluşmuş bulunan, yarınlarda da oluşacak olan her çeşit haklarını içine alır. (Diriliş Çağrısı, s. 174)

Dinimize göre hak ve kıymet açısından bütün insanlar tarağın dişleri gibi birbirine eşittir. Irk, cins, renk, dil ayrımı yapılmaksızın herkes aynı hak ve aynı imkânlara sahiptir. Fakat bu husus, farklı istidat ve kabiliyetleri, farklı istidat ve kabiliyetlerin say u gayretlerini görmezlikten gelme, yok sayma şeklinde anlaşılmamalıdır. Mesela zeki, becerikli, harika kabiliyetlere sahip bir insanla; aptal, beceriksiz, âciz bir insan elbette ki hukuk karşısında bir ve eşittir. Fakat mutlak müsavat deyip herkesi aynı refah seviyesine mahkûm kılmak, istidat ve kabiliyetlere sınır koymak, say u gayretleri görmezlikten gelmek hak ve adalet değil, tam tersine hak ve adaletin çiğnenmesi mânâsına gelir. Çünkü emeğe, sermayeye, istidat ve kabiliyetlere göre insanlara farklı bazı imkânlar tanınmazsa, istidatlar kendi performanslarını ortaya koyamaz, yüksek kabiliyetler inkişaf etme zemini bulamazlar. Veciz bir sözde de ifade edildiği gibi, mârifet iltifata tabidir. Yani siz onların ortaya koydukları performansı mükâfatlandırır; onlara kendi ufuk ve enginliklerini ifade etme zemini hazırlarsanız onlar da topluma faydalı birer unsur hâline gelirler. (Kalb İbresi, s. 251)

Hukuk Karşısında Eşitlik

Bütün insanlar hukuk karşısında eşittir. Bizim içtimaî yapımızın ana esaslarından biri de işte bu müsavat prensibidir. Hiçbir kimsenin diğer bir kimseye üstünlüğü söz konusu değildir. Üstünlük takva iledir. Ne var ki, o da hukuku tatbikte bir ayırıcı özellik olarak kabul edilemez.

Müsavat anlayışı cemiyet hayatında bir şuur merhalesidir. Vicdan duruluğuna ermemiş fert ve toplumlarda böyle bir şuur merhalesi müşâhede etmek imkânsızdır. Çünkü böyle bir ortamda totemler, firavun yapılı insanlar vardır.

En küçük bir menfaat karşısında el-ayak öpen tiranlar, güçlerini ve zalimliklerini ancak zayıf mazlumlara tatbik eden firavunlar, Cenâb-ı Hakk'ın intikam eli yakalarına yapışınca küçüldükçe küçülen, ama niyetlerinde hep firavunluklarını devam ettiren, onun için de affa liyakatleri olmayan cebbar hodfuruşlar ve kendini beğenmiş bütün mütekebbir sefiller.. evet, işte böylelerinin hükmettiği toplumlarda müsavattan söz edilemez.

Böylelerinin var olduğu bir cemiyette adalet yere serilmiş demektir. Onun içindir ki, biz müsavat anlayışını bir şuur merhalesinin neticesi olarak görüyor, öyle değerlendiriyor ve diyoruz ki, fertler vicdan duruluğuna ulaşmadan müsavat esasına dayalı bir toplum teşekkülü mümkün olamaz. Cemiyet öyle olmayınca da sağlam bir içtimaî yapı vücut bulamaz.

Firavun ahlâkının kol gezdiği, Karun karakterinin yaşandığı bir topluluğu bekleyen mukadder netice, ya içtimaî dalgalanmalar arasında hercümerç veya toptan yerin dibine batmaktır ve son anda Hz. Musa'ya sarılmanın da bir faydası yoktur.

Sa'lebe'nin, iş işten geçtikten sonra Allah Resûlü'ne dehaleti fayda vermemiştir. Koyunda, keçide, malda ve mülkte takılıp kalanların vicdan duruluğu ne korkunç bir yalandır!.. Sadece âh u efgândır onlardan gök kubbede bâki kalan!.. İşte, cemiyetleri kendi enkazları altında kalıp ezilenler ve işte yurtları!.. Kur'ân diyor: "Yok mu ibret alan!.."

Pratikte Eşitlik

Mutlak müsavat esası yeryüzünde İslâm'la gerçekleşmiştir. Kur'ân, insanların ana-baba birliğine dikkat çekmiş, Efendimiz de onları bir tarağın dişlerine benzetmiştir. Ayrıca bu mesele, teoride bırakılmamış, pratiğe dökülerek içtimaî hayatın bir parçası hâline getirilmiştir.

Şüphesiz varlığın özü ve hulâsası, Hz. Muhammed Mustafa'dır (sallallâhu aleyhi ve sellem). O, Eşref-i mahlukattır. Cenâb-ı Hak O'nu sıfât-ı sübhaniye ve esmâsına en câmî bir ayna olarak yaratmıştır. İlk yaratılan nur, O'nun nurudur. Zira bizzat İki Cihan Serveri, "Allah'ın ilk yarattığı, benim nurumdur." buyurmuşlardır. Bir başka hadiste ise, "Allah'ın ilk yarattığı, kalemdir." denilmiştir.

Bundan da anlaşılıyor ki, kâinat kitabının yazılmasında kullanılan ilk kalemin mürekkebi, Allah Resûlü'nün nuru olmuştur. Aslında mürekkep de kalem de, O'nun nurudur. Zaten mürekkep ile kalem arasında fazla bir fark da yoktur. Yani Cenâb-ı Hak evvelâ o nuru yaratmış, ardından da her şey O'ndan gelişip şubelere ayrılmıştır.

Bununla beraber Allah Resûlü daima kendini insanlardan bir insan olarak kabul etmiş ve kendini hiçbir kimseden üstün görmemiştir. İşte O'nun nurlu beyanları ve ebedî gerçek…

"Beni Musa b. İmrân'a tercih etmeyin!"
"Beni Yunus b. Mettâ'ya tercih etmeyin!"
"Sakın, Hıristiyanların Hz. Mesih'te ifrat ettiği gibi bende ifrata düşmeyin; sadece, 'Muhammed, Allah'ın kulu ve Resûlüdür.' deyin."

Şu tablolar da bunun en açık delillerindendir:

Hicret esnasında Medinelilerden o güne kadar Allah Resûlü'nü görmemiş olanlar, O zannederek hep Ebû Bekir'in elini öpmeye çalışmışlardır. Öyle ki onu Allah Resûlü sanmışlardı. Ne zaman ki, o, eline yelpazeyi alıp Efendimiz'i serinletmeye başladı, iş o zaman anlaşılmış oldu. Neden öyle olmuştu? Zira o ana kadar Allah Resûlü, kendisini Ebû Bekir'den ayırıcı bir davranışta bulunmamıştı.

Mekke'yi fethedip şehre girerken, öyle bir mahviyete bürünmüş ve başını o kadar eğmişti ki, nerede ise bindiği hayvanın eğerine değiyordu. O şanlı Nebi, o şanlı beldeye işte böyle bir mahviyet içinde girivermişti.

Hz. Âişe Validemiz'den rivayet edilen bir hadisi, Buhârî, Müslim ve Ahmed b. Hanbel şöyle naklederler: "Allah Resûlü, evinde hemen her zaman herhangi bir insan gibi davranırdı; kendi elbisesini yamar, ayakkabılarını tamir eder ve ev işlerinde hanımlarına yardımda bulunurdu."

O, bunları yaptığı sırada, adı cihanın dört bir yanında anılıyor, herkes O'ndan ve O'nun getirdiği dinden bahsediyordu. O, zamanını öyle ayarlamıştı ki, bu kadar mühim işler arasında söz konusu işlere de fırsat bulabiliyordu. Evet, O, her güzel hasletin zirvesinde taht kurmaya lâyıktı, öyle de olmuştu. (Enginliğiyle Bizim Dünyamız, s. 118-121; daha geniş bilgi için s.155'e kadar bakılabilir.)

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.