Okullar ve Eğitim

Medreseler ve Bir Hakikat [1]

Medreseler, Nizamü'l-Mülk devrinde kurulmuştu. 1.5 asır önce de yıkıldı. Bunun manası: Bu müesseseler tam 7 asır millete hizmet etti demektir. Bu ise, eğitim açısından dikkate değer bir hâdisedir. Günümüz eğitim sistemi hazırlanırken, mutlaka bundan da istifade edilmeliydi. Muallim Naci'nin bu konudaki mukayesesi oldukça değerlidir.

Günümüzde açılan okullar ise, daha ellinci yılını doldurmadan dejenere olmuştur. Yıllarca fakültede belli bir ilmi tahsil eden insanlar, neticede bakıyorsunuz, bomboş yetişmişler. Eğer husûsî meşgul olanları istisna edecek olursanız, ilâhiyatlar dahil, mevcut sistemin ciddi ilim adamı yetiştirmediği bir gerçektir.

İlim Düşüncesi [2]

İlim düşüncesinin gelişmesi ve herkese mal olabilmesi, ilim sahiplerinin havass-ı hamse-i sâlime, akl-ı selim ve Batılıların akıl erdiremedikleri haber-i mütevatiri iyi değerlendirmesine bağlıdır. Ayrıca metot, metotoloji, sistem, kararlılık, ısrar ve aşk da meselenin ihmal edilmemesi gereken önemli unsurlarıdır. Evet, ilim düşüncesiyle, ilim aşkı arasında -eski ifadesi ile- telazum vardır. Yani aşk bahis mevzuu olmazsa, ilim düşüncesi çok ciddi yara alacak ve onunla hedeflenen noktalara ulaşılamayacaktır.

Toplumun her kesiminde hatta her bir ferdinde ilim düşüncesinin yaygınlaştırılması nispetinde o toplum, ilmin zirvelerine ulaşma adına daha şanslı hale gelir. İstidatlı, metotolojiye açık, sistemli çalışabilen, mesaisini iyi tanzim eden, müşahedelerini iyi değerlendirebilen, aklını iyi kullanabilen, haber-i mütevatirden çok iyi istifade eden insan sayısının artması ölçüsünde hedefe ulaşma kolaylaşır. Batı Rönesansının arkasında ilmin yaygınlaştırılması meselesi olduğu gözardı edilmemelidir. Öyle ki, sadece üniversitelerde veya devletin tesis ettiği laboratuarlarda değil, herkes kendi evinde ilim adına bir hedefe ulaşmaya çalışmıştır. Böylece mesele, fantastik ve Aristokrat bir meşgale olmaktan çıkmış, halka mâl olmuştur. Evet, bilim tarihi müşahede edildiği zaman görülür ki, Batının hemen her ülkesinde çok iptidaî vasıtalarla bile devamlı araştırma yapılmıştır. Ben, bizim dünyamızda bu hususta henüz ciddi bir düşüncenin geliştirildiği kanaatinde değilim.

Son zamanlarda her ilde bir üniversite açma düşüncesi var ve bu bir nispette gerçekleştirildi. 52 üniversitenin olduğu ülkemizde, maalesef üniversite merkezleri dahil ciddi bir araştırma merkezinin olmadığı, hatta üniversitelerde ilim adına şablonculuk yapıldığı rahatlıkla söylenebilir. Buna göre, bazı mütehassısların da ifade ettiği gibi 'araştırmaya yönelik imkânlar olmayınca eğitim müesseseleri dejenere oluyor, ilim ahlâkı bozuluyor, ilme karşı saygı azalıyor.. neticede seviyesiz insan yetişiyor ve katiyen istikbal vaad etmiyor. Bu ise kaynak, zaman, iş gücü israfından ve kendimizi kandırmaktan başka birşey değildir' düşüncelerinden hareket edip, Siyasi kaygıları da bir kenara bırakıp eldeki imkânlar ölçüsünde belli merkezlerde üniversite açılmalıdır.

Burada dikkat edilmesi gereken ayrı bir husus herkesin kabiliyetleri, istekleri doğrultusunda çalıştırılması ve yönlendirilmesidir. Kim bilir, kalbinde hadis sevgisi olanlarla azıcık meşgul olunsa, onlara yol ve yöntem öğretilse, belki de onların içinde Buharî'ler, Müslim'ler, Ebu Davud'lar çıkacaktır. Bu yönlendirme düşüncesi hayata geçirilmediği takdirde bu istidatların kendiliğinden ortaya çıkmasını beklemek safdilliktir. Evet, herkes kendi istidadına uygun olan dalda başarılı olabilir. Ve bu umumî kaidenin istisnası azdır.

Öte yandan her başarı, çalışan insan için bir primdir. Hatta insanlarda çalışma aşkı olunca dünyevî hiçbir şey kazanmasalar bile hayatlarının sonuna kadar bu yoldan vazgeçmezler. Pastör, Freud, Einstein, Edison ve daha niceleri hayatlarını daima sıkıntılar içinde geçirmişlerdir ama, ilim aşkı ve ilim zevki onlara bu yolda ilerlemeleri için yetmiştir.

Hasılı; toplum çapında herkes için bir gaye-i hayal olursa, nefislerin enelere dönmesi ve toplum bazında bir egoizmanın hâkim olması söz konusu olamaz. Aksi halde insanlar, o gaye-i hayali bulacakları âna kadar her şeyi benliklerinin etrafında örgüleyecekler ve onlar içinden, Pastör'lere, Edison'lara, Ebu Hanife'lere, Birunî'lere bedel, sadece kendi nefsini düşünen bir kısım egoistler, kendini beğenmiş hastalar ve dünyanın tamamını verseniz yine tatmin olmayacak ucube insanlar çıkacaktır.. ve maalesef bizim toplumumuzun şu anda yaşadığı ruh haleti de budur.

Gerekirse Giderim [3]

Çıkıp açıkça 'Sana ihtiyaç yok' desinler, çeker giderim bu ülkeden. O işi planlayanlara beddua dahi etmem. Bu ülkede yeter ki, kavga olmasın! Ömrümün geri kalanını bir mağarada geçirebilirim. Diğer yandan telefonla tehditler geliyor. Emniyetten koruma veriyorlar. Hiç umurumda değil. Çünkü ben kendimi bu dünyada zor tutuyorum, vuslat arzusu ile yanıyorum.

Millete mal olmuş bir şeyi, bir cemaat eseri olarak görmek haksızlıktır. Hele bunu kendini idareden aciz olan bir insana mal etmek, falanın okulları demek bu çok önemli, çok hayati inkılap çapındaki hizmete karşı saygısızlık olur. Benim ona sahip çıkmam zulümdür. Hizmet eden bunca insanın hakkını gasp etmektir, tecavüzdür. Bu yaptığım şey sadece teşvikten, tavsiyeden ibarettir. Makul bulmuşlar, böyle olumlu bir harekete destek olmuşlar. Bunda Türkiye'nin geleceğini görüyorlar.

Petersburg'ta okul açılmıştı. Bu Moskova'da okul açılması için referans teşkil etti. Onlar da okul açtılar. Oradaki Rus Milli Eğitim yetkilisi diyor ki: 'Rusya'nın yarım asırdır iki tarihi hadisesi vardır ki, onlarla iftihar ederiz. Birincisi feza yarışında Gagarin gitti, Amerikalılar'ı geçti. İkincisi ise Türk-Rus müşterek okuludur.' Şimdi ben bununla bir yere gelmek istiyorum. Dünyanın değişik yerlerinde, yabancı ülkelerde okul açıyorsunuz. Aynı zamanda size ait şeylerle bu ülkelere giriyorsunuz. Türkiye'ye böyle girilse rahatsızlık yaratır. Mesela Atatürk köşesi açıyorsunuz, kitaplarınızı koyuyorsunuz, bayrağınızı koyuyorsunuz, İstiklal Marşı'nı ezberletiyorsunuz. Rus çocuğu daha Türkçe'yi dahi doğru dürüst telaffuz edemezken, kalkıyor İstiklal Marşı'nı okuyor. Bu insanların hiç birinde, bir rahatsızlık yok. Acaba bunca geniş coğrafyada bunların akılları yok da Türkiye'de muhtemelen geleceğe ait tehlikeli gören bu insanlar mı akıllı'.

Dış Destek Var mı? [4]

Dışarıdaki okullar dış kaynaktan mı yararlanıyor?

Bulunduğu ülkenin desteği oluyor. Binayı veriyor, restore ediyor, masraflara katılıyor. Siz de onu öğrencinin verdiğiyle karıştırıp masrafları çıkarıyorsunuz. Bazıları kendi yağıyla kavrulur hale geldi.

Ben el insaf diyerek bir şey söyleyeceğim, eğer o okullarda demokrasiye, Cumhuriyete, Atatürkçülüğe, inkılaplara ters bir tek cümle gösterebilirlerse, ben açılması istikametinde tavsiyelerimi geri çekip, elinizi ayağınızı öpeceğim şu şer yuvalarını kapatın diyeceğim.

Gülen: Cevap Veriyorum [5]

Bu soruyu da ortaya atıldığı şekliyle sormak istiyorum: Tarikatınıza ait yurt içinde sayıları 90-182 özel okul, 300-460 dersane, 25 bin öğrenciyi barındırabilecek 240 yurt, bazı rakamlara göre 500 yurt bulunduğu söyleniyor.

F.G: Rakamlar arasındaki çok büyük çelişkiler bile, her şeyin ne kadar masa başında hazırlandığını ortaya koyması bakımından yetip artıyor. Öyle anlaşılıyor ki, bir insan namaz kılıyorsa, oruç tutuyorsa, hanımı veya kızının başı kapalıysa, yada bir kadın başörtüsü takıyorsa, suçlama hazır: Mürteci ve tarikatçı. Bir insan da Fethullah Gülen'i tanıyorsa, ona veya teşvik ettiği hizmet stiline karşı belli bir sempati besliyorsa, hele bir de Fethullah Gülen'in vaazlarının hiç olmazsa birini dinlemişse, suçlama yine hazır: Fethullahçı veya Fethullahçılık tarikatından. Dünya tarihinin hiçbir döneminde ve hiçbir yerde herhalde insanlar bu kadar basitçe ve hoyratça etiketlenmemiştir. Acaba Türkiye'yi gezseler, özel yurtlar içinde binden fazla öğrenciyi barındırabilecek kaç yurt bulabilirler, bir tane olsun var mıdır? 25 bin kapasiteli 240 yurt. Kaldı ki, mevcut mer'î kanunlar çerçevesinde talebenin okuması için okul, barınması için yurt açıp, her zaman her türlü teftişe açık olarak işletmek, neden böylesine korkulacak bir hareketmiş gibi üzerinde duruluyor? Şu ana kadar, bu okullarda ve yurtlarda talebeye ilim, ahlâk, terbiye, vatan ve millet sevgisi ve ülkeye hizmet aşkından başka ne verilmiş ki, bu müesseseler, böylesine mübalâğa ve mesnetsiz şüphelerle mahkûm edilmeye çalışılıyor?

Peki, okul açmaktaki maksadınız nedir? Osmanlı'nın kılıçla girdiği yerlere kalemle girmek mi?

F.G: Osmanlı'nın girdiği yerlere girmek gibi bir düşünce, Osmanlı düzenini özlüyor suçlamasına zemin hazırlamak için uydurulmuş. Kaldığım odama dünya haritasını astığımı yapılan mülâkatlarda ifade ettim ve kaç gazetede yayınlandı. Dünya çok küçüldü; artık herkes her tarafa gidebilir. Kaldı ki, yurt dışında açılan okulların alanı, Osmanlı ile alâkası olmayan Yakutistan'dan İngiltere'ye, Güney Afrika'dan Amerika'ya uzanıyor. Bu okulları sadece teşvik ettiğimi, açanların çok büyük kısmını tanımadığımı ve bu okulları teşvikten maksadımın ne olduğunu defalarca söyledim. Sonra, Türk Milleti'nin kalemle dünyanın değişik yerlerinde kendini ifade etmesinden niye korkulsun ki?

Bu okulların açılmasını teşvikteki gayeniz, mevcut eğitim sistemine alternatif bir başka sistem kurmak mı?

F.G: Bana atfedilen eğitim müesselerinin hepsi, Millî Eğitim'den öğrendiğime göre, mevcut mer'î kanunlar çerçevesinde kurulmuş ve faaliyette bulunan müesseselerdir. Bu müesseselerin hepsinde tamamen benzeri resmî eğitim müesseselerinde uygulanan program ve müfredat uygulanmaktadır. Başka türlü olması zaten mümkün de değildir.

Teşviklerinizle açılan okullarda irticai eğitim verildiği, doğrudan dinî eğitim yoksa bile davranışlarla siyasal İslam'ın telkin edildiği iddiaları var?

F.G: Bahsi geçen okullar sürekli teftiş altında. Yurt dışındakilerin açıldıkları günden bu yana, bazıları itibariyle 7-8 yıldır, her ülkenin hem haber-alma teşkilatları, hem de millî eğitim bakanlıkları tarafından kontrol ve teftiş edildikleri kesin. Sonra, bu ülkelerin hepsi irtica konusunda en az Türkiye kadar hassas. Ayrıca, bu okullara Türkiye'de her seviyeden insan gitti, gördü, gezdi ve pek çok gazeteci intibalarını günlerce yazdı. Şu ana kadar herhangi bir okulda irtica eğitimi verildiğini gösteren tek bir müşahhas delil bulunmuş mudur? Teftişler bir yana, bu okullarda, cemiyetin her kesiminden talebeler var. Şimdi, bunların hiç birinden bu hususta şikâyet olmamışsa, velilerden bu hususta şikâyet gelmemişse, hangi gerekçe ile bu müesseselerde irticaî eğitimden bahsediliyor? Davranışlarla dinin telkin edildiği iddiasına gelince: Evrensel ahlâkî kriterler var, eğitimin gerektirdiği davranış şekilleri var. Öğrenciye iyi davranmak, güler yüzlü olmak, büyüklere saygı, küçüklere sevgi göstermek, insanlara her işlerinde yardımcı olmak, cömertlik, affedici olma, kısaca bunlar gibi pek çok ahlâkî kriterler çerçevesinde davranma neden dînî eğitim olsun? Başka türlü mü davranılsın, ahlâksızlık mı teşvik edilsin? Siyasal İslâm gibi hiçbir davamız da olmadı. Aksine, benim kullandığım Türkiye Müslümanlığı tabirini, işin uzmanları kültürel İslâm olarak tavsif ettiler.

Yurtdışında okul açılmasını teşvikteki gayenizi öğrenebilir miyiz? Bu konuda da, menfaat temin etme, böylece şeriat devleti çalışmalarına dış destek sağlama gibi iddialar ortaya atılıyor.

F.G: Maddî menfaat peşinde olan insanlar, herhalde gidip yurtdışında büyük fedakârlıklarla okul açmaktan çok daha tatlı iş sahalarına pekalâ girebilirler. İkinci iddianın ise çürüklüğü ve mesnetsizliğini bu okullarda verilen eğitim, okulların bulunduğu ülkelerin lâiklik konusundaki Türkiye'den daha az olmayan hassasiyetleri ve şu ana kadar iddia edildiği istikamette hiçbir faaliyetimin tespit edilememiş olması apaçık göstermektedir. Okulların açılmasındaki maksat da, fakirle yapılan ve yayınlanan mülâkatlarda defalarca dile getirilmiş ve pek çok insan tarafından da yazılmıştır.Ülkemizden iki cumhurbaşkanı, başbakanlar, bakanlar, milletvekilleri, ilim adamları, yüksek rütbeli emekli askerler, gazeteciler ve daha başka her görüşten, her seviyeden binlerce insan bu okullara gitti, gezdi, gördü ve döndüler. Okulların bulunduğu ülkelerden ve Türkiye'den gidip bu okulları görenlerden, iddia edildiği şekilde tek bir şikâyet gelmiyor, aksine istisnasız hepsi bu okullardan övgü ile bahsederken, masa başında bu türden iddiaları ortaya atanların asıl maksatlarını anlamakta güçlük çektiğimi söylemeliyim. Her bakımdan ülkemizin faydasına olduğu apaçık bu okullar hakkında böylesine mesnetsiz ve düşmanca hisler beslemenin vatanperverlikle münasebetini bulamıyorum.

İmam-Hatip okullarının orta kısımlarının kapatılmasından sonra, sizin açtırdığınız okullara özellikle irticacı kesimden akın olduğu dile getirildi.

F.G: Bu okulların devlet ve halk işbirliğiyle açıldığını defalarca ifade ettim. Şimdi, bu okullarla alâkalı bir istatistik mi yapılmış veya bu okullara geçtiğimiz eğitim-öğretim yılında kayıt yaptıran öğrencilerin envanteri mi tutulmuş da, hem buralara daha fazla akın olduğundan, hem de bu akımın irticacı kesimden geldiği iddia ediliyor. Yapılacak ufak bir araştırma, sanırım, bu iddianın gerçekle hiç alâkasının olmadığını ortaya çıkarmaya yetecektir.

Okullarda neden karma eğitim yapılmıyor? Yani kız ve erkek öğrencilerin ayrı olmasının sebebi nedir?

F.G: Benim herhangi bir okulum olmadığını ifade ede ede yoruldum. Karma eğitimin çağdaşlığın bir sembolü ve çağdaş eğitimin bir göstergesi olduğunu ciddî bir eğitimci söylemiş olsaydı, dikkate almaya değer bulurdum. Halbuki, dünyanın her yanında gerçek eğitimciler ve bu konudaki istatistikler başka türlü söylüyor. Zannediyorum, böylesi iddialar eğitim adına değil, daha başka şeyler adına ileri sürülmektedir. Bu iddiaları ortaya atanlar, gerçekten bu ülkeyi seviyorlarsa, aynı Millî Eğitim'in program ve müfredatını uygulamalarına rağmen, eğitim seviyeleriyle Türkiye içinde ve dışında kendilerini çoktan ispat etmiş olan bu okullarla uğraşacaklarına, Türk millî eğitimini ıslah konusunda imal-i fikirde bulunsun ve çalışma yapsınlar. O zaman milletin, büyük paralar vererek özel okulları tercih etmesinin de bir sebebi ve manâsı kalmaz. Eğer böyle bir şey yapar ve muvaffakiyet de gösterirlerse, buna en çok sevinenlerden biri ben olurum.

Yurtdışındaki Türk okullarında dönen sermayenin 350 trilyon lira olduğu söyleniyor. Bu kadar para nerden karşılanıyor?

F.G: Bir defa, bu hesabın neye dayandığı belli değil. Öyle bir hesap yapıyorlar ki, okulların binasını, her talebenin masrafını bu hesaba kattıkları gibi, her öğretmene de 1500 dolar maaş biçiyorlar. Bir defa bildiğim kadarıyla, bu okulların binalarından pek çoğunu, bulundukları ülkeler sağlıyor. İkinci olarak, okulların tefrişatı, bu ülkelerde bir profesör maaşının 30-40 dolar olduğu zamanlarda yapıldı ve eğitim-öğretim malzemeleri o dönemde temin edildi. Üçüncü olarak, çoğu okulda talebelerden belli bir ücret alınıyor. Dördüncü olarak, bu okulları bizzat ziyaret eden değerli basın mensuplarının yazdıkları üzere, öğretmenler büyük bir fedakârlık içinde 400-500 dolara çalışıyorlar. Şimdi bu gerçekler, bahsi edilen rakamı birkaç yüz defa küçültecektir. Ayrıca, bu okulların finansmanının nasıl sağlandığı defalarca ifade edildi, yazıldı, söylendi. Dışarıdan en küçük bir desteğin olmadığı, olsa da kabûl edilmediği ve edilmeyeceği daha ciddî resmî raporlara dahi girdi. Buna rağmen, bu iddialarda hâlâ ısrar edenler, ya kasıtlıdırlar, ya herkesi cimri, millet ve ülke hizmeti için kuruş veremez, aksine devletin malından ve başkalarının üzerinden geçinmeye bakan kişiler olarak görmektedirler. Halbuki, bu millet elindeki avucundaki her şeyini harcayarak İstiklâl Savaşı'nı yapmıştır ve ülkesinin faydasına gördüğü her hizmete de yine neyi varsa verebilir. Allah'a çok şükür, her şeye rağmen o, bu karakterini korumuştur.

Öğrencilerin askeriye, hukuk, kamu yönetimi gibi okullara yönlendirildiği iddiaları konusundaki cevabınız...?

F.G: Tutarsızlıkta önceki iddialardan farklı olmayan bu iddia, acaba hangi istatistiğe dayanıyor? Kaldı ki, sayın Nevval Sevindi, benimle yaptığı mülâkatta, kurulmasında sadece teşvik ve tavsiyede bulunduğum bazı özel okullarda sosyal derslerden ziyade fen derslerine ağırlık verildiğini ve bunun bir eksiklik olduğunu söylemişti. Gerçek olan da bu iken ve bana atfedilen okullar veya öğrencilerin başarılarının fizik, kimya, biyoloji, matematik gibi derslerde yoğunlaştığı herkesin malûmu iken, bu iddianın da bir kasıt mahsulü olduğunda şüphe yoktur.Şeriat devleti nerede?

Okul açmaktaki maksadınız madem ki Türkiye'ye hizmet, öyleyse niçin daha çok geri kalmış bölgelerimiz olan Doğu ve G. Doğu'ya okul yapılmasını teşvik etmediniz?

Okul açmak elimde olmamakla birlikte, teşvik ve tavsiyelerim neticesinde, buralarda da çok sayıda okul, dersane ve yurdun hizmete girdiği bir gerçektir. Fakat, bunların arzu edilen sayıda olmadığı da bir gerçek. Bunun da sebebi, bölgede uzun süredir devam eden terörün ve daha başka imkânsızlıkların yanısıra, belki bunlardan da öte, selâhiyetli makamların bu mevzuda çıkardıkları engellerdir.

Bu nazik mevzuda fazla söz söylemek istemiyorum. Sadece, objektif bir kalemin bu konuda bir gazetede yazdığını nakletmekle iktifa edeceğim: 'Türkiye'de izin verdiniz, destek oldunuz, el uzattınız, önünü açtınızda mı, Gülen dediğiniz yerlerde okul açılmasını salıklamadı, teşvik etmedi? Bugün açılanları boğmaya çalışmak ve arkasında başka amaçlar aramak gibi bir eğitim düşmanlığı ve ideoloji şablonculuğu karşısında daha fazlası yapılabilir miydi? Böyle bir sorunun en güzel yanıtını, yurtdışına olan beyin göçümüz veriyor. Bilime, bilim adamına, eğitime ve eğitimciye ancak ideolojilerin ve çıkarların izin verdiği ölçüde yaklaşılan bir ülkede bu kadarını yapmak bile büyük bir başarıdır.'

Sizin tavsiyelerinizle açılan okullar ve dersaneler ile buralarda yetişenler hakkında çok şey söylendi, yazıldı. Türkiye'de 1000'e yakın okul, 5000 civarında dersane ve kursun tarikatçılar tarafından işletildiği, buralardan 'Altın Nesil' adlı tarikat müritleri yetiştiği söyleniyor?

Burada her şey birbirine karışmış ve belli ki, bir kesimi tesir altına almak için düz rakamlar uydurulmuş. İkinci olarak, hangi okullar irticacı ve tarikatçı, hangileri değil. Bunun tespiti neye göre yapılıyor? Üçüncü olarak, bir taraftan dincilerle dindarların ayrıldığı ve Din'e karşı olunmadığı söyleniyor. Fakat, diğer taraftan öyle görünüyor ki, iyi kötü namazını kılan, camiye giden, en azından Din'e içten saygı duyan Müslüman halkımızın her faaliyeti, irtica ve tarikatçılıkla damgalanıyor. Ben burada sadece tek bir şey söyleyeceğim. Türkiye'de nefsi terbiye ve ıslah adına faaliyet gösteren bazı tarikatlar olabilir. Bunların şu ana kadar devlete ve rejime karşı bir faaliyetlerinin olup olmadığını bilmiyorum. Fakat, değil bunların kurdukları müesseselerin, bütün bunlara mensup olan insanların sayısı ancak yukarıdaki rakamlara denk gelebilir. Dördüncü olarak, bir şair, Peygamberimiz hakkında, 'Muhammed bir beşerdir, fakat her beşer gibi değil. O, taşlar arasında bir yakuttur' der. Bir hadis-i şerifte, 'İnsanlar (işlenmeğe muhtaç) madenler gibidir' buyurulur. Hep, kafası müspet ilimlerle aydınlık, kalbi imanla dupduru ve birer ahlak timsali, vatanına, milletine hizmet aşkıyla yanan, kendisi için değil, başkaları için yaşayan bir nesil tahayyül ve tasavvur etmiş ve buna biraz önce naklettiğim beyit ve hadis-i şeriften mülhem 'Altın Nesil' demiştim. 22 yıl evvel bazı şehirlerde verdiğim konferanslarda bu neslin özelliklerini anlattım. Bu, benim kullandığım ve bana has bir tabir iken, hiçbir ayırım yapmaksızın, Müslüman halkımızın tamamının hizmetlerini içine alacak şekilde kullanılıyor. Bu da, neyin ne kadar tanındığını gösteren bir başka garabet...

Okulları Devretme Girişimi [6]

Bu okullar benim değil, ama devlet çıkıp, şimdiye kadar siz yaptınız, bugüne getirdiniz, bundan sonra bize bırakın biz yapacağınız artık bu işi, dese; kimse itiraz etmez.

Bu tartışmalar okulların bulunduğu ülkelerde sıkıntı doğurdu mu?

Hayır. Oralarda bu iddialara inanan yok. Söylentilerin orduyla irtibatlandırıldığını duymak onları büsbütün şaşırtıyor.

Suudi Arabistan okul açmak isteğinizi kabul etmedi herhalde.

Aslında var olan bir okulun sürdürülmesi söz konusuydu. Türkiye Büyükelçiliği bünyesinde bir okul vardı ve kapatılmasını istiyordu Suudlar. Bizim arkadaşlarımız sürdürmek için girişimde bulundular ama netice almak mümkün olmadı.

Araplar, sizinle bağı olan bir okulun varlığını mi istemediler?

Türkiye'deki bazı kimselerin, Suudi Arabistan'ın, İran'ın tavrını değerlendirmesi lazım. Kaddafi Libya'da izin vermedi. Esad, Suriye'de vermedi.

Yunanistan'da okul meselesi nedir?

Konuyu şimdiki Hava Kuvvetleri Komutanımız İlhan Kılıç Paşa biliyor. O zaman MGK Genel Sekreteriydi kendisi. Patrik hazretleriyle bir görüşme yapmam söz konusu olmuştu, kendisinin Heybeliada Ruhban Okulu'nun yeniden açılması için siyasiler nezrindeki girişimlere destek vermemi isteyeceğini biliyordum. Ortodoks dünyasının din görevlilerinin Türkiye'de eğitim görmeleri vicdanen de, siyaseten de doğruydu bana göre. Karşılık olarak Selanik'te Atatürk adına bir lise açılmasına izin verilmesini sağlamasını istemeyi düşündüm. Bu düşüncemi Kılıç Paşa'ya ilettim, yerinde bulmaları üzerine Patrik Hazretlerine yansıttım. Ama netice alınamadı.

Özel Okullar [7]

Duygu ve düşüncelerimi eğitime önem vermek mülahazası başlığı altında, cami kürsülerinden oturup konuştuğum değişik mahfillere kadar her yerde anlattım. Çok kolay makes bulmadı bu. Tanıdığım-tanımadığım insanlar arasından buna önem verildi. Özel okullar açıldı. Zor kabul edildi. İnanın vazı nasihatta gözyaşı döken arkadaşların bu mevzuda geçirdiği tereddütlerden dolayı onlara da gönül koyduğum oldu. Hafif küser gibi oldum. Bu meselelerin önemini anlamıyorsunuz, dediğim oldu. Bir duygu ya da düşünceyi ifade ederken ilk evvela bu düşüncelerinize, size inananlar olur.

Önce bir tereddüt yaşanıyor, kuşkuyla bakıyorlar bu meseleye. Sonra size daha fazla güveni olanlar yapıyor bunu. Ama bu iş yapılırken; özel okul açınca, üniversiteye hazırlık kursu açınca hemen hizmet oldu demek değildir. Fedakar insan ister. Hakikaten mesai bilmeyen insan ister. Sekiz saat mesai yaptım, tamam işim bitti değil. Hayır. Bu talebeyi ne kadar mesai sarfedip kıvama getireceksem işte o kadar mesai. Seçin bu insanları, bulun onları. Bu ülkeye aşık, bu ülkeyi seven insanları bulun, yapın onu. Şimdi her yerde yapmışlar. Bence Türkiye'nin içinde ne de Türkiye'nin dışında, milletin o hizmetlerinin kemiyet boyutları hakkında hiçbir şey söyleyemem. Ne kadar okul olduğunu söyleyemem. Milli Eğitim Bakanlığı'na sorun diyorum. Çünkü bunların orada kayıtları var. Ben bilemiyorum.

Cemaat denecekse, beni camide dinleyen herkes bu cemaatin fertleridir. Bir cemiyet denecekse, camilerde dinleyen insanlar bu cemiyetin fertleridir. Bir kategoriye oturtmak zordur bunu. Camide vaaz ettiğim zamanda namaz kılmadıkları halde, abdestsiz sohbet dinleyen insanlar vardı. Şimdi beş-on bin insanın sizi dinlediği bir yerde konuşurken o nasıl cemiyettir, o nasıl cemaattir bilemiyorum yani. Devletin memurlarına da açık bu. Askere de açık, valiye de açık, hakime de açık.

Bir Musevi, Moskova'da sizin teşvikinizle açılan bir okula yardım ederse onu ne cemiyet çerçevesine, ne cemaat çerçevesine oturtmak mümkün değil. Onun için, bir hareket bu. Tamamen Türk milletinin geleceği adına bir harekettir. Devletin, bir güçse şayet, istediği zaman alıp kendi hesabına değerlendireceği bir harekettir.

'Devlet isterse okulları devrederim' demiştiniz.

Ben o zaman tavsiye ettim. Kimler yaptıysa yine tavsiye ederim. Tavsiyemi bu defa da o istikamette işlettiririm. İkna etmeye çalışırım. Bu devlet bizim devletimizdir. Yapılan herşey tamamen devlet içindir. Ben şimdi inzivada da olsam bu mevzuda yapılan şeylerin isabetsizliğine hiçbir zaman inanmadım. Onun için millete, 'Aman bu işten vazgeçin, bazıları rahatsız, ne okul açın ne himmetleri bir araya getirerek firmalar kurun, gidip oralarda yatırım yapın' demem. Ne de 'Millet varsın dağınık olsun, ne diye bir araya getireceğim. Diyalog, müsamaha, tolerans, bunların gereği yok, bunlar gereksiz şeylermiş. Bu milletin ayrı-gayrı yaşaması lazımmış' deme niyetinde değilim. Bu düşüncelerimin lüzum ve samimiyetine inanıyorum. Susarım sadece. O mevzuda bir şey konuşmam. Ama o meselenin aleyhinde de bir kelime etmem. Etsem de o zaman yüzüme çarpılır. O mesele artık millete mal olmuştur. Bu açıdan beni aşar o mevzu. Sonra bir çelişkinin, bir tenakuzun insanı olmak da istemem. Dün şunun, şunun yararlı olduğunu söylemişsin, onun aleyhinde bir beyanda bulunmak sizi kendi içinizden bir çelişkiye itmiş olur. İtibarınız delinir. Ona sebebiyet vermek istemem. Ama sükut ederim. Zannediyorum, sükutumdan da kimsenin rahatsız olmaya hakkı yoktur. Sükut ediyorum, o kadar.

Ticaret, kurumlaşmak ve dünyevi işlerle uğraşmanın yarattığı ne gibi çelişkiler yaşanıyor?

Hamiyetli insanlar, gelecekte kar getirecek diye gidip değişik yerlerde okullar açmışlar. Meselenin misyonerlik yanı olabilir. Fakat bunu temelde yalnızlığa itilmiş Türkiye'nin dünyaya açılması olarak algılamakta yarar var.

Ama bu düşüncenin mantıklı olması için meselenin ticaret yanını da düşünmek lazım. Bu okullar en azından kendi yağıyla kavrulmalı. Bir tüccar gitmeli, orada birşeyler yapmalı. Bir taraftan okula bakmalılar, bir taraftan okul onlar için referans olmalı. Böylece bu okullar burada kalmalı. Dünyanın her yanında böyle. Belli ölçüde ticaretin içine girilmişse, bu mülahaza ile girilmiştir.

Bazı kuruluşlar, bu cümleden olarak Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'na gelince; üç-dört sene evvel belki komünizmden ötürü, beri tarafta da bir aşırı ırkçılıktan ötürü, diğer taraftan da böyle aşırı din gibi görünen mülahazalarla parçalanma unsuru olmuştur. Daha vakıf yokken bunları bir araya getirelim dedik. Hatta Türkiye'nin içindeki değişik dinlere mensup azınlıklarla birer ikişer görüşüyorduk. Bunun daha açık platformlarda gerçekleştirmek için legalize etme daha yararlı olacak gibi geldi. Gazeteciler ve Yazarar Vakfı fikri ortaya atıldı. Hatta fakire ben hiçbir vakfın içinde değilim, hiç de olmadım, arzu etmediğimi bildikleri için onur başkanı dediler. Ne demekse. Ben de arkadaşlarımın hissiyatına saygının gereği reddetmedim.

Şimdi işin muhasebesini yapmıyor değilim. Yararlı mı oldul, yararsız mı oldu bu vakıf? O da bazılarını tahrik mi etti? Ama biz hoşgörü, diyalog dedik. Bizi dinleyen insanlar başkabirşey duymadı bizden. Bunlar olmasaydı, fert ferde görüşüp kendimizi ifade etseydik daha mı iyi olurdu? Hala o tereddüdü yaşıyorum.

Yararlı yanlarını da görüyorum. Mesela bu sene Abant'ta belli meseleler (laiklik) müzakere edildi. Yüzde 80 olumlu şeyler çıktı. Asya devlet başkanlarına birer ödül verme gayretleri de oldu arkadaşlarımızın. Uzlaşmaya vesile oldu zannediyorum. Ama bu türlü bir oluşum bazılarını rahatsız ediyorsa -aklıma geliyor tabii- acaba olmasa mıydı diye düşünebiliyoruz. Her kesimle geçinmek çok zor. Türkçe'ye de malolmuş bir sözdür; Alemi memnun etmek ulaşılmayan bir zirvedir derler.

Eğitim ve Medya Müesseseleriyle Münasebeti [8]

Yoksul bir insan olduğunuzu söylüyorsunuz. Öte yandan Türkiye'nin dört bir yanında dershaneleriniz, okullarınız, üniversiteleriniz, günlük bir gazeteniz, bir televizyonunuz olduğunu biliyoruz.

Onların hiçbiriyle benim organik ve maddî bir bağlantım yoktur. Dünyalık olarak, giydiğim elbisemden ve çamaşırlarımdan başka mal varlığına sahip değilim. Gençliğimden beri aldığım kitapları da vakfettim.

Evet. Devletin bile yapamadığını siz nasıl yapıyorsunuz? Ve ne amaçla yapıyorsunuz? Üstelik örneğin Tiflis'te okula gidenler Müslüman ve Türk de değil. Nedir amacınız? Çünkü sizin açıklamanıza göre Kafkasya ve Orta Asya'da 150 civarında okulunuz varmış; bunu siz söylediniz?

Okullar benim değil. Ben fakirin, sırtındaki çulundan başka dünyada hiçbir şeyi yok. Beni sevenler yapıyorlar. Bana da soruyorlar. Bu bölgelerdeki okulların açılmasında o zamanki Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin'in sağ olsun çok yardımını gördük. Tek amacımız eğitim. Her şeyin başı eğitim. Başımıza ne geliyorsa cahillikten geliyor.

Fethullah Gülen Okulları [9]

Okul açanların hep sizin görüşünüze yakın kişiler olması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben bütün vatandaşlarımızla konuştum. Devletin özel bir politikası olmadığını esefle ifade ederek konuştum. Bu çizgide bazı vatandaşlarımızla bu yönüyle bazı buluşmalar oldu yani. Bu yönüyle üzerimizdeki bu kabusu kırma imkanı oldu. Demek ki, özel okullar çok yaralı da oluyor ama bir teşvik, bir duyguda, bir düşüncede birleşerek veya bazıları bazı meselelerde bir şey biliyorum zannederek, yaparken gelip sormaları, sanki bütün o müesseselerin benimle böyle yakından alakası var mı. İrtibatı varmış gibi bir algılamaya gidildi, böyle bir değerlendirmeye gidildi.

Peki bu okullar size bağlı değil mi?

Eğer buna bu anlamda bir bağlılık deniyorsa böyle bir bağlılık var yani. Ben duygu ve düşünce itibariyle bu okulları desteklerim, sayısını bilmesem bile bugün bana yüz derlerse az derim, bin tane olsun isterim. Çünkü cumhuriyet yıllarına doğru gelirken yabancıların bizim içimizde 480 küsür okulu vardı. Ve Türk devletinin gelecekteki değişik yerlerdeki lobileri açısından değişik toplumların katmanları içinde kendi insanımızı çıkarma açısından isterse, kendi insanımızı onlara tanıtma açısından ben düz bir vatandaş olarak bunun lüzumuna inanıyorum. Bunu her yerde söyleyeceğim. Bu insanların bir teveccühleri varsa. Bu teveccühü ben bir kredi olarak kullanıyorum. Diyorum gidin yapın, eğer bana inanıyorsanız gidin yapın. Ve bütün bunları da, gelecekte devletimizin dış destekli bir hale gelip ve büyüklüğünü koruması, devam ettirmesi, ben şahsen hedefliyorum. Aşırı derecede kendi devletimize, kendi milletimize karşı bir alakam var.

Tansu Hanım da çok etkilenmiş bu okul açma işinden galiba?

Başkaları anlatmış. Karşılaşınca da orda, böyle okullar ben de bu mülahazada yine bu düşüncemi arz ettim. O da, ''Amerika'da da bir sürü özel, vakfın, şirketin. derneğin okulu var. Bunlar çok başarılı da oluyorlar. Devletin okulu devletin bu da işte böyle kendine göre falan'' dedi, öyle centilmence bir şey oldu.

Orta Asya ve Dünyanın Değişik Yerlerindeki Okullar [10]

Ben bu okullarla doğrudan doğruya irtibatlandırılmaktan hicap duyuyorum, bunlar için me'haz teşkil eden düşüncelerim itibariyle... Gerçekten yönlendirme, bu işin fikir mimarı gibi görünme benden uzak şeyler. Düz bir vatandaş olarak eğitime iştiyakım var. Gerektiği ölçüde belki eğitim alamadım, insanımıza yardımcı olamadım. Fakat hep içimde bir taraftan bunun hasretini taşıyorum, bir taraftan da başta Asya'daki kardeşlerimiz, soydaşlarımız olmak üzere buralara karşı değişik medyuniyetlerimizin bulunduğuna inanıyorum. Asya'nın kurtarılmasını, Asya'nın ülkenin çizgisine getirilmesini çok erken yıllarda hep düşünmüş ve çok ağlamışımdır. Acaba bu ülkeler hep böyle bizden uzak mı kalacak ve bu ülkelere olan hasretimi, hicranımı, sinemde bir zıpkın duyuyor gibi hasretle inleyecek, kendi ah-û efganımı ney gibi dinleyecek miyim? Bu belki de aczden, birşey yapamamaktan kaynaklanan bir şey. Ben bu konudaki mülahazalarımı Rusya İmparatorluğunun çözülme döneminde ifade ettim. O dönemde başkaları oralarda yeni bir sömürü süreci başlatmadan, gerek sanayi gerek ticari tesisler yapma amacıyla oraya gitmek lazım geldiğini söylediğim gibi, eğitim faaliyetleri adına da biz oraya gitmezsek şayet, başkaları oraları yeniden bir istismar ağına alabilir dedim. Ve bunu, bana bazıları tarafından bugün isnat edildiği ölçüde değil, 5-10 bin insanın liyakatim olmadığı halde bir camide toplanıp beni dinlediği bir ortamda söyledim, Süleymaniye Camiinde. Başka yerlerdeki sohbetlerimde de acizane vurgulamaya çalıştım. Topyekün Türk milletini bu mevzuda bir seferberliğe çağrıydı. Ama ben bir eğitimci, aynı zamanda bir ekonomist olmadığımdan dolayı iki konudaki tesirimde de çok müessir olduğum söylenemez. Benim aklımdan öyle geçiyor ve gönlüm arzu ediyordu ki, bu söylediklerimden 4-5 yıl sonra Türk eğitimcileri, eğitimi sevenler, okul açmayı sevenler, bana da inananlar ve benim de onların bana olan hüsn-ü teveccühlerini bir kredi kartı gibi kullandığım bu vefalı hamiyetperverler, bu ülkelere gitsinler, okul açsınlar ama 4 sene içerisinde binlerce okul açsınlar. Türkiye'de de bu kadar okul açsınlar. Çünkü gelecekte netice itibariyle herşey ilme bağlıdır. İlim seferberliği seferberliklerin en mukaddesidir. Sesim, sözüm, bu meseledeki acizane sözlerim, meseleyi gönlümde tuttuğum ölçüde ma'kes bulmadı. Allah'a hamd ve şükür olsun ki milletime karşı medyuniyet hisleriyle meftun bulundum. Bu işin gerçek müşevviği değilim, kaynağı da değilim, yönlendiricisi de değilim. Bu meseleyi yürüten Türkiye'deki yüzlerce insanla birlikte olup belki bir tanesi olma yolunda Rabbimin rızasını kazanmaya çalışıyorum. Pek yakında onlardan çok değerli birisini kaybettik. Allah rahmet etsin. Hacı Kemal Erimez. Çok yer bu fikir işçisinin, fikir mimarının düşüncesiyle şenlendi. 70 küsur yaşlarında ömrünün son günlerini Tacikistan'da o fevkalade şekeri, fevkalade rahatsızlığıyla geçirdi. Benim on gündür hayatımı hicran etti göçüp gitmekle. Hacı Kemal gibi yüzlerce Hacı Kemaller var. Geçen gün onlara iltihak eden Aydın Bolak gibi binlerce aydın insanlar var. Bunların her biri bir yerlerde böyle bir müesseseye sahip çıkarak 'ben yapacağım' diyor. Bunun arkasında hiçbir şey aramamak lazım. Bana bir gün sordular, bu değirmenin suyu nerden geliyor diye. Ben de dedim; milli mücadelede geldiği yerden geliyor. Bu millet bir hizmete inanırsa küheylanlar gibi şahlanır, üveykler gibi semada pervaz eder. Ve seve seve ölüme koşar Allah'ın inayet ve keremiyle. Hiç kimse bir şey aramamalı. Su-i zan edip bir şeyler yapmak yerine bu hizmetleri yapan insanların üzerine sistemli maliyelerini salarlar, kontrol ederler. Çünkü artık o ülkelerde sahip çıkılıyor bu işe, onlar yapıyorlar. Hayırlı bir teşvik yapılmışsa bir yerde, bence bu teşvik su-i niyetlerle karartılmamalı, üzerine gidilmemeli. Şayan-ı takdir Türk toplumu o meseleyi anladı ve değişik platformlarda bu meselenin yanında olduğunu ifade ediyor. Kadirşinas Cumhurbaşkanımızın bir okulu açmasının yanında, o okulda her nasılsa kazaya uğrayan bir öğretmeni de kendi uçağında kendi yerine oturtarak Türkiye'ye getirmesi ona öyle bir kredi kazandırmıştır ki, bunu tarih yazacak. Sayın Meclis Başkanımızın o yürekten ifadelerini, kadirşinas sözlerini, Türk toplumu değerlendireceği yerde değerlendirecektir. Bu okullarda güdülen gaye, ulaşılmak istenen hedef nedir? Ben hayatımda o binlerce insan içinde çok ciddi, çok büyük bir hedefe sahibim. Allah'ın benden hoşnut olması hedefi. Ben zannediyorum, oralarda o mazlum ve ma'kus milletlerin idbara uğramış kaderleri tersine dönerse ben Allah'ın rızasına mazhar olmuş olurum. Hedefim Allah'ın rızasını kazanmak noktasında ihlasla oralarda ülkemin kültürünü temsil etme, milletimin anlayışını temsil etme, bizim bin senelik tarihi birikimimizi oraya götürme ve ruhumuzun ilhamlarını o insanların sinelerine boşaltmadır. Birincisi bu. İkincisi bu insanların imdatlarına eğer eğitimle biz koşmasaydık, Batılılar koşacaktı, istişrak koşacaktı, misyonerler koşacaktı. Koşsun, bunlar da insan. Fakat bu ülkelere bir dönem Çarlık Rusyası hakimdi. Daha sonra Komünizm bunları adeta paletler altına aldı. Duygularını, düşüncelerini dümdüz etti. Yeniden bir istismar ağına girmemeleri için Türkiye'nin bunlara sahip çıkmaları lazımdı. Devletimiz o dönemde acele edemedi, aheste hareket etti. İmkanları açısından da milli eğitim o mevzuda davranması gereken gibi davranmadı. Şüphesiz bu çok önemli masraf gerektiren şeylerin finanse edilmesi lazım. İstiklal mücadelesi gibi topluma mal edilmeli bunlar. Meseleyi, ancak sath-ı hat ile topyekün bir ülkeyi bir hat haline getirerek, umumi bir seferberlikle yüklenmek suretiyle götürmek mümkün olacaktır. Götürülsün dendi ve götürüldü. Gelecek adına bunlar bu ülkelerde oturma mülahazasıyla birer köprü ayağıdır. Meseleyi mütevazi olarak ifade etmek istiyorum. Birer köprü ayağıdır, tam köprü değildir. Köprüyü geleceğin aydınları inşallah kuracaklar. Bu köprü ayakları sadece Asya'ya münhasır kalmamış, dünyanın değişik yerlerine de uzanmıştır.

Hakan Yavuz'un Gülen'le Röportajından [11]

Okullarınızda yetişen öğrencilerinizin 'girintili-çıkıntılı' düşünmekten hoşlanmadıkları, sanat ve edebiyata ilgisiz oldukları ve formülle düşünmeye alışık bulundukları ve yaratıcılıktan uzak oldukları yönündeki yapıcı eleştirileri nasıl karşılıyorsunuz?

Öğrencilerle doğrudan temasım olmadığı için, böyle bir soruya evet veya hayır şeklinde cevap vermem zor olacaktır. Fakat, şu kadarını söyleyebilirim ki, okullarda tek yönlü formalist ve belli kalıplara dayalı bir eğitimden çok, düşünmeye, araştırmaya yönelik bir eğitimin verildiğini zannediyorum.

Eğitimi hiçbir zaman öğrenciye üniforma giydirmek şeklinde algılamadığımızı, tam tersine, ferdi farklılıkların önemine her zaman önem verildiğini, hatta bu farklılıkların teşvik edildiğini belirtmek isterim. Şu kadar ki, hiçbir zaman okulların değil, günümüzün şartlarının belirlediği şekilde, bugünkü öğrenci daha çok fen derslerine ilgi duymakta, o tarafa yönelmekte ve dolayısıyla bir dereceye kadar ferdi farklılıklarını sanat ve edebiyat yoluyla tam olarak ortaya koyma imkanı ve fırsatını yetirince bulamamaktadır.

Bunun da sebebi, okullar ve uyguladıkları eğitim değil, günün dikte ettiği şartlardır. Bununla birlikte, kendileriyle temas kurulduğunda, zannederim öğrenciler içinde düşünce, zevk, sanat ve edebiyat alanlarında da çok renklerin, çok televvünlerin ve tonların olduğu görülecektir.

Hizmetlerin Nispet Edilmesi

Ülkemizin ve milletimizin yararına olan çeşitli eğitim hizmetlerinin şahsınızla irtibatlandırılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu konu ile alakalı düşüncelerimi değişik vesilelerle izah ettiğimi hatırlıyorum. İcmâlen (özetle) tekrar edebilirim.

a) Hz. Ali'ye isnad edilen bir söz vardır. 'İnsanlar nezdinde insanlardan bir insan ol.' Ben kendimi bildim bileli, hep bu sözün çerçevelediği sınır içinde kalmak istemişimdir. Yani sıradan, düz, kendi ayakları üzerinde duran bir insan. Yalnız yapılan şeyler münasebetiyle insanların hüsn-ü zanları ve hüsn-ü teveccühleri olabilir. Onları görmezlikten gelme, nankörlük sayılır. Ancak, o hüsn-ü teveccüh ve hüsn-ü zanların hasıl ettiği makamlara dilbeste olmama şarttır. İnsan, bunu nefsine kabullendirebildiği takdirde, ahireti kaybetme talihsizliğinden kurtulabilir.

b) Temel akidemiz açısından bizleri ve yaptığımız bütün işleri yaratan Allah'tır. Onlara sahip çıkmak (haşa) 'ben yaptım, ben ettim' demek Allah'a şirk koşmak anlamını taşır. Ne Peygamberlerde, ne de Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, ve Hz. Ali gibi pek çok İslamî hizmetlerin altına imzasını atmış sahabîlerde böyle bir şeyi görmek ve göstermek mümkün değildir. Aslında böyle bir düşünce Kur'an'ın irşadından anladığımız kadarıyla Firavun ve Nemrud ahlakıdır.

c) Bâki hakikatler, katiyen fâni şahıslar üzerine bina edilmemelidir. Bunları gerçekleştiren maşeri bir vicdan ve temiz topluluk vardır. Şayet nazarlar, bu hizmetlerin bütününü yapmaya güç yetiremeyecek fâni şahıslar üzerine yönlendirilirse, onların ölmesiyle, bu hizmet akâmete uğrar veya en azından sarsılmaya maruz kalır. Oysaki 'Hakk'ın hatırı âlidir ve o hiçbir hatıra feda edilmemelidir.' Bence herkes bu noktada şöyle düşünmelidir: 'Şayet bu iş, benden sonra yıkılıp gidecekse, Allah şimdi beni elli defa sarssın, yıksın, yerin dibine batırsın, fakat tırnağımın ucu kadar bu kudsi hizmete zarar gelmesin.' Evet, herkes böyle düşünmeli ve bu düşünce istikametinde ona göre davranışlarını ayarlamalıdır. Yoksa, hakka ve hakikate gölge düşer. Bizler Allah'ın rızasını kazanmak için varız. Ve hayatta kaldığımız müddetçe de, bu mülahazadan taviz vermeme azmi içindeyiz. Onun için herkes kendini nefyetmeli, 'ene' yi unutmalı, 'Hu' diyerek O'nu göstermeli, davranışlarında daima Allah'a müteveccih olmalıdır.

Şimdi de buraya kadar arz ettiğim hususlara kamil manada bir örnek sunmak istiyorum. Hz. Halit, Roma ve Sasani'nin başına bomba gibi inmiş, istiğna ruhuyla hareket etmiş büyük bir başkumandan idi. Şayet o katılmış olduğu savaşlarda elde edilen ganimetlerden bir başkomutana düşen hisseyi alsaydı, dönemin en zengin insanı olabilirdi. Onun içindir ki, geriye atını, kılıcını ve kalkanını bırakarak vefat eden Halid'in arkasından, Said b. Zeyd şöyle demişti. 'Âşe hamîden ve mâte fakîden; insanların övdüğü bir insan olarak yaşadı, İslam'ın bir yitiği olarak vefat etti.'

İşte bu Hz. Halid, Yermuk savaşı esnasında başkomutan iken Hz. Ebu Bekir vefat etmiş, yerine de Hz. Ömer halife seçilmişti. Hz. Ömer, Hz. Halid'i azletti ve bu emri tebliğ etmek üzere Muhammed b. Mesleme'yi görevlendirdi. Ancak, Muhammed b. Mesleme çok akıllı bir sahabi idi. Harbin cereyan ettiği esnada Yermuk'e ulaşmıştı, o anda emrin tebliği ordunun dağılmasına vesile olabilir diye düşündü ve bu sebeple emrin tebliğini geciktirdi. Sonunda harb, Müslümanların muzafferiyeti ile neticelendi. Ve Muhammed b. Mesleme de Hz. Halid'e emri tebliğ etti. Hz. Halit bunu, hiç onur meselesi yapmadı ve hemen Medine'ye gitmek üzere yola çıktı. Medine'ye vardığında Hz. Ömer: 'Ya Halid, Allah şahid -ki Hz. Ömer bunu söylüyorsa, Allah şahittir- seni çok severim. Fakat, halk elde edilen zaferleri senin şahsında buluyordu. Ama ben biliyorum ki, bunları bize ihsan eden Allah'tır.'

Şimdi hiçbir mümin'in bundan farklı düşünmesi mümkün değildir. Onun için İslam adına yapılan bunca hizmetlerin şahsıma izafe edilmesi elbette yanlıştır ve ben bu yanlışlığı hassasiyetim ölçüsünde tekrar tekrar dile getirmeye çalışıyorum.


[1] Fasıldan Fasıla 1, Tarihi Prizma
[2] Fasıldan Fasıla 2, Bir Demet Sosyal Mesele
[3] Akşam, Orhan Yurtsever'in Röportajı, 13 Mart 1998
[4] Milliyet'te Özcan Ercan'la, 5 Nisan 1998
[5] Aksiyon, Gülen İddialara Cevap Veriyor, 6 Haziran 1998
[6] Radikal'de Avni Özgürel'le, 21 Haziran 1998
[7] Aktüel'de Necdet Açan'la, 14 Ocak 1999
[8] Cumhuriyet'te Oral Çalışlar'la, 20 Ağustos 1995
[9] Hürriyet'te Ertuğrul Özkök'le, 24 Ocak 1995
[10] STV'de Osman Özsoy ve Mim Kemal Öke İle, 29 Mart 1997
[11] Milliyet'te Hakan Yavuz'la,11 Ağustos 1997

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.