İslam'ın Teröre Bakışı Hakkında Basın Açıklaması
Ne acıdır ki, temelde sulh, selâm, esenlik, emniyet ve güvene dayanan İslâm, bazı çevrelerce terörizmle aynıymış gibi gösterilmektedir. Bu çok büyük, tarihî bir hatadır; zira temeli itibariyle emniyet ve güvene dayanan bir sistemin terörle örtüştürülmesi, her şeyden önce İslâm'ın ruhunu bilememenin ve onu kendi ruhuyla kavrayamamanın ifadesidir. Müslümanlığı, onu yanlış temsil eden azın azı bir kısım zavallıların tavır ve davranışlarında değil, kendi kaynaklarında, tarihinde ve hakikî temsilcilerinde aramak gerekir. Doğrusu şu ki, İslâmiyet'te sertlik, huşûnet ve bağnazlık yoktur. O, her yönüyle bir afv u safh ve hoşgörü dinidir. Hazret-i Mevlâna, Yunus Emre, Ahmed Yesevî gibi pek çok sevgi ve hoşgörü sultanı evliya ve asfiya, İslâm'ın bu yönünü çok güzel ifade etmiş ve hayatları boyu hep af, müsamaha, silm, selâmet, muhabbet ve güven soluklayarak, birer sevgi ve hoşgörü abidesi haline gelmişlerdir.
Cihad, Hadisi Şeriflerde, 'büyük cihad' adı verilen ve nefisle, kötü duygu, düşünce ve gayr-i meşru arzularla mücadeleye dayanan asıl cihadın dışında kalan cihad şekli 'küçük cihad' veya daha çok 'kıtal' adıyla anılır. Kaldı ki, bunun ilk şekli olarak Kur'an'da 'malla cihad'dan bahsedilir ki, kişinin sahip olduğu mal, bilgi gibi varlık unsurlarını Allah yolunda harcaması, bu hususlarda başkalarını faydalandırması demektir. Bu da bir cihattır. Ancak bundan sonra gelen ve maalesef İslâm'da tek cihad şekliymiş gibi takdim edilen 'cihad' ise, müdafaa veya i'lâ-yi Kelimetullah (Allah Kelimesi'ni yükseltmek) yolunda engelleri kaldırmaya yönelik bazı hususî şartlara dayanan bir mevzudur. Konuyla alâkalı olarak tarihimizden pek çok örnek de verebiliriz.
Meselâ biz millet olarak, en son Trablusgarp, Çanakkale ve Kurtuluş Harbi gibi pek çok cephede destansı mücadeleler vermişizdir. Bu mücadeleleri verirken de, 'Ölürsem şehit, kalırsam gazi' anlayışıyla hareket eden Mehmetçiklerimizi ve komutanlarını hep aziz bilmiş, yüceltmiş, bilhassa Cumhuriyet tarihi boyunca her yıl yapa geldiğimiz kutlamalarda bu mücadeleleri birer destan olarak anmışızdır.Böyle yapmayıp da, ülkemizi işgal etmek için gelen düşmanla 'cihad' etmek yerine, 'Bizi medenileştirmek için gelmiş olmalısınız; ne iyi ettiniz de geldiniz! Hoş geldiniz, safalar getirdiniz!' mi demeliydik?.
Savaş, istenilmese de, ki Kur'an-ı Kerim'de insanlara hoş gelmeyecek bir şey olduğu belirtilir insanlık tarihinin en önemli realitelerinden biridir. Bütün insanlar veya en azından, insanlığın büyük ve hakim çoğunluğu 'büyük cihad'da, yani nefis terbiyesinde başarılı olmadığı ve yeryüzünde zulüm yerine adalet hakim olmadığı sürece, bu realite devam edecektir. Onu, ne Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan Cemiyet-i Akvam, ne de İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan Birleşmiş Milletler önleyebilmiştir. Bugün de savaş dünyanın değişik yerlerinde sürüp gitmektedir. Gitmektedir ki, Amerika, yanına bizi ve daha başka müttefiklerini de alarak Sırplara iki defa müdahale etme gereği duymuştur. Bunun için ordular beslenmekte, çok büyük yatırımlar yapılmaktadır. Önemli olan bu realiteyi inkâr değil, onu mümkün olan en insanî seviyeye getirmektir. İşte İslâm, getirdiği prensiplerle bunu yapmış ve tarihte belki ilk defa bu konuda kesin kaideler koymuştur.
İslâm adına ortaya çıktıklarını iddia eden bazılarının, usûl-fürû dengesini kuramayıp, yanlış ve umûmîleştirilmiş bir cihad anlayışıyla kin, nefret ve kavgayı ön plana çıkarmaları, onların yanlışıdır; olsa olsa, patolojik bir durum olabilir. Her millet, her din, her sistem içinde, aykırı unsurlar çıkabilir. İslâm, ferdî ihkak-ı hakkı yasakladığı gibi, hayatı en büyük bir değer kabûl etmiştir. Bir ülke içinde, 'Din, dâhilde menfî olarak kullanılmaz' kaidesiyle anarşiyi, terörü kesinlikle menetmiş, en ağır cezaları bu suçlar karşılığında koymuştur. Ayrıca, 'müsle' denilen işkenceyi, ölülerin bile herhangi bir uzvunun kesilmesini yasaklamıştır. Bir insanın hayatını bütün insanların hayatıyla, bir ferdin hak ve hukukunu bütün fertlerin hak ve hukukuyla aynı seviyede ve aynı değerde kabûl etmiş, 'Bir gemide 9 canî bir masum olsa, o masumun hakkı korunur ve o gemi batırılmaz' kuralını koymuştur.
Kaldı ki, günümüzde İslâm adına ortaya çıkan ve teröre karışan grupların hepsi şaibelidir. Bu bakımdan, onların yaptıklarından İslâm'ı sorguya tâbî tutmak ve Müslümanları zan altına almak sadece insafsızlık olur. Hakikî bir mü'minin sinesi her zaman bütün yaratılmışa karşı sevgi ve muhabbetle doludur. Bütün diğer peygamberler başka adlarla anılır, meselâ, Hz. İbrahim'e Halilullah, Hz. Musa'ya Kelimullah, Hz. İsa'ya Ruhullah denirken, bizim Peygamberimiz'e 'Habibullah' denmesi bile, İslâm'ın sevgiden, muhabbetten ibaret olduğunu göstermeye yeter. Şair, bu hususu şu enfes mısralarla ne hoş dile getirir:
Muhabbetten Muhammed oldu hasıl
Muhammed'siz muhabbetten ne hasıl!
- tarihinde hazırlandı.