• Anasayfa
  • Herkül Nağme - Fethullah Gülen Web Sitesi

334. Nağme: Cicada, Secde, Türkçe Olimpiyatları ve Ümit

334. Nağme: Cicada, Secde, Türkçe Olimpiyatları ve Ümit

"Cicada Korosunun Zikrini Dinliyoruz!.." başlıklı "326. Nağme"de on yedi sene yer altında bekledikten sonra nihayet toprağın üstüne çıkıp ağaçların en yüksek dalları başta olmak üzere her yana yayılan ve koro halinde şakıyıp çevreyi adeta velveleye veren "Cicada" ("Sikeyda" şeklinde okunuyor) isimli Ağustosböceğigiller'den bir hayvancıktan bahsetmiştik.

Şu dönemde Pennsylvania'nın her yanı Cicada'ların zikriyle ve bazen de insanın içine ürperti salan iniltileriyle uğulduyor. Evet, her tarafta zikir halkaları oluşturulmuş gibi; dağ tepe her mekanı zikir sadaları çınlatıyor. Hele bazen Cicada'lar cezbeye gelmiş zâkirler gibi öyle çığlık atıyorlar ki ürpermemek ve ilahi sanata aynalık yapan bu kuşçukların neler haykırdıklarını merak etmemek mümkün değil.

Ders yaptığımız salonun pencereleri kapalı bile olsa Cicada'lar yanı başımızdaymışçasına ses veriyor ve sürekli dikkatleri kendilerine çekiyorlar. Bugünkü derste Fethullah Gülen Hocaefendi bir kere daha onlardan bahis açtı ve ibret alınacak birkaç özelliklerine değindi.

Ders esnasında her arkadaşımız takip ettiği ve mesul olduğu kitabın ismini ve müellifini söyleyerek sözlerine başlıyor. Arkadaşlarımızdan biri İmam Suyûtî hazretlerinin "ed-Durru'l-Mensûr" adlı eserinden bazı nükteleri sunacağı sırada muhterem Hocamız kitap isimlerine dikkat çekti; Kur'an karşısında insanın kendi düşüncelerini nereye koyması gerektiğine dair latif ölçüler seslendirdi.

Daha sonra, bir aralık Türkçe Olimpiyatları'ndan söz açıldı. Fethullah Gülen Hocaefendi tenkit edilebilecek bir iki hususla ilgili genel bir esası dile getirdi.

Ders boyunca zaman zaman yitirdiğimiz değerler hakkında konuşulunca söz dönüp dolaşıp namaza ve secdeye geldi. Kıymetli Hocamız rüku ve secdede tekrar ettiğimiz tesbihlerle alakalı hoş bir nükteyi ifade edip kamil manada bir kulluk arayışında olmakla beraber insanların ümidini kırmamak ve hiç kimseyi ye'se sürüklememek gerektiğini vurguladı.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

335. Nağme: Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Alevî-Sünnî kardeşliği

335. Nağme: Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Alevî-Sünnî kardeşliği

Fethullah Gülen Hocaefendi, Üçüncü Boğaz Köprüsü’ne Yavuz Sultan Selim adı verilmesiyle ilgili düşüncelerini ve Alevî-Sünnî kardeşliği ile alakalı beklentilerini dile getirdi.

Bazen bir mürşidin tavsiye ettiği şu ya da bu duayı okuyup okumama mevzuunda bile üslup hatalarının usûlü alıp götürdüğüne değinen Hocaefendi, “Meşrebinize, mizacınıza, mezakınıza ait meseleleri siz zevk duya duya yapabilirsiniz; fakat onları tamim ettiğiniz zaman hiç farkına varmadan mesleğinize, meşrebinize karşı bir antipati oluşturmuş olursunuz.” diyerek detaya ait meselelerin katiyen usûlün yerine konulmaması gerektiğini belirtti.

Fethullah Gülen Hocaefendi, bir köprüye Yavuz Sultan Selim adının konmasının da detay sayılabilecek bir mevzu olduğunu ifade etti. “O işi öyle öne süren, öyle ilan eden ve öyle kabullenenlerin o mevzuda falana filana rağmen bir mülahazaya binaen o işi yaptıklarına ihtimal vermek doğru değil, garaz olur. Hiç zannetmiyorum ben!..” diyen Hocaefendi, Hazreti Üstad’ın ifadesiyle, “Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, dinimiz bir; bir, bir, bir Bine kadar bir” diyerek sıralamaya kalktığımızda görüleceği üzere, bizim aramızda Allah, Peygamber ve Kur’an ile irtibat açısından pek çok köprü olduğunu; ayrıca Yesevî, Mevlana ve Yunus Emre gibi ortak değerlerimizin hasıl ettiği köprülerimizin de bulunduğunu hatırlatarak, boğazın bir tarafından diğer tarafına geçişi sağlamaya matuf bir köprü yapılıp ona Yavuz Sultan Selim adı konulunca ya da böyle detaya ait bir mesele usulmüş/temel meseleymiş gibi dile dolanınca bütün o köprülerin görmezlikten gelinmiş olabileceğine dikkat çekti.

Fethullah Gülen Hocaefendi, özellikle ve önemle şu konu üzerinde durdu:

“Bir de günümüzde kurulmaya çalışılan köprüler var: ‘Cami cemevi beraber, aynı parkta oturup kalkalım; geçmişe ait problemleri yeniden hortlatarak yeni düşmanlık sebepleri oluşturmayalım.’ (mülahazasıyla kurulmuş köprüler.) Çok iyi kaynaşmaya vesile olabilecek böyle köprüler kurulmuşken meseleyi sadece bir ada, bir unvana bağlı bir köprüyle yıkmayalım. Evet, tek bir köprüyle bir sürü köprüyü yıkmayalım. Bu açıdan da ister Muharrem ister Ramazan ayında bir araya gelerek beraber iftar etme, oruç açma; sema ile semahı bir arada beraber görme; Alevisi Sünnîsi hep beraber bir çanağa kaşık çalma ortamı oluşturulmuşken, bir köprüye, bir detaya bağlı olarak usûlü yıkmayalım.”

Bir kere daha “O işi öyle teklif eden, ortaya atan insanların olumsuz bir mülahaza taşıdıklarına hiç ihtimal vermiyorum.” kaydını seslendiren kıymetli Hocamız, her fikrin sorgulanabileceğini ve bazı kimselerin farklı isimler de ileri sürebileceklerini, fakat kim ne yaparsa yapsın ve ne derse desin, herkesin kardeşliğimizi yaralamamaya dikkat etmesi lazım geldiğini vurguladı.

“Onca köprüler kurulmuşken, bir Yavuz Sultan Selim Köprüsü’ne takılarak kardeşlerimizin ‘Biz yemeği boykot ediyoruz’ demeleri doğru değil. Onlar oraya gitmeli. O köprüye o adı koyan insanlar da oraya gelmeli aynı zamanda. Yok öyle, bizim ayrımız gayrımız yok!.” diyen Hocaefendi, herkesin birbirinin hissiyatına saygılı olması gerektiğini, birbirini tanımayan insanların soğuk durabileceklerini, onun için de bazı ortak noktalarda bir araya gelmek lazım geldiğini; mesela bazı yerlerde cami cemevi yan yana yapılıp park ve gezme alanlarının müşterek kullanılabileceğini ifade etti.

“Yaklaşırsan, yaklaşırlar; şirin görürsen, şirin görürler; kabul edersen, kabul görürsün. Senin âlemden beklediğini âlemin de senden beklediğini asla aklından çıkarmamalısın!.” diyen muhterem Hocamız, herkesi kucaklama anlayışıyla ortaya konan Türkçe Olimpiyatları ile ilgili faaliyetleri Peygamber Efendimiz’in ve başka büyüklerin manen teşrif buyurduğuna dair rüya ve yakazaları anlatan pek çok mektup geldiğini ve o teveccühün ardındaki hakikati vurguladı ve ekledi:

“Usûlü detaya feda etmeyelim Allah aşkına!”

İnsanın kendi adına hep azimetleri takip etmesi ve mükemmel kulluk peşinde gitmesi gerektiğine ama başkalarından aynı hassasiyeti beklemenin yanlış olacağına dikkat çeken Hocamız, namazdan misal vererek şu hususu dillendirdi: İnsan farklı duaları uzun uzun tekrar etme, rükû ve secdeyi kıyama denk götürme işini yalnız başına namaz kıldığı zaman yapmalıdır. İmam’ın cemaati bıktıracak ya da ihtiyaç sahiplerini zor durumda bırakacak şekilde namazı uzatması doğru değildir. Nitekim Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), imam olduğunda namazı uzunca kıldıran Muaz b. Cebel hazretlerini ikaz etmiştir.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

336. Nağme: Tahrip, tamir ve garipler

336. Nağme: Tahrip, tamir ve garipler

Fethullah Gülen Hocaefendi, bir sohbetinde “Bahtı yüksek, değer ifade eden nesiller, çok defa günümüzdeki gibi çöküşlerden sonra olmuştur. Bu açıdan, bir yönüyle bir risk nesli gibi görünebilirsiniz; fakat bunu ganimete de çevirebilirsiniz.” demişti. Birkaç gün önceki bir sohbette, Fethullah Gülen Hocaefendi bu sözü şerh etmesi istirhamında bulunduk.

Hocaefendi, kalbî, ruhî ve manevî hayat açısından riskli dönemlerde yaşayan insanların, eda ettikleri vazife sayesinde, büyük bahtiyarlıklara erebileceklerini belirterek Ashab-ı Kiram’ı (radiyallahu anhüm ecmaîn) misal olarak anlattı. Sahabe efendilerimizin hem adeta Asr-ı Saadet için hususi seçilmiş insanlar denebilecek kadar istidatlı olduklarını; hem de onların hepsinin birer insibağ kahramanı olarak Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) maddî-manevî boyasıyla boyandıklarını; ayrıca cahiliye karanlıkları arasında, yıkılmış insanlık abidesini yeniden ikâme ettiklerini vurgulayan Fethullah Gülen Hocaefendi, bu yönleriyle Ashab-ı Kiram’ın daha sonraki hiçbir büyükle kıyaslanamayacak bir fazilete mazhar kılındıklarını vurguladı.

Rasûl-ü Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm) Efendimiz’in

بَدَأَ اْلإِسْلاَمُ غَرِيبًا وَسَيَعُودُ غَرِيبًا كَمَا بَدَأَ، فَطُوبَى لِلْغُرَبَاءِ اَلَّذِينَ يُصْلِحُونَ مَا أَفْسَدَ النَّاسُ
“İslâm garip olarak başladı (gariplerle temsil edildi) ve bir gün başladığı gibi yeniden bir gurbet dönemi yaşayacaktır. Herkesin bozgunculuk yaptığı dönemde, imar ve ıslah hamlelerini sürdüren gariplere müjdeler olsun!” (Müslim, İman/232; Tirmizî, İman/13)

buyurduğunu hatırlatan Hocaefendi, hadis-i şerifte müjdelenen gariplerin özelliklerine değindi.

Hazreti Üstad’ın, “Asırlardan beri, rehnedar olan bir kalenin tamiriyle mükellefiz.” sözüne atıfta bulunan Hocaefendi asırlardan beri, bin bir saldırı ile rehnedar olmuş bir bünyenin, hemen bir muâlece ile iyi edilemeyeceğini, tamir ve ıslah için daha köklü ve daha çaplı bir hareket gerektiğini dile getirdi. İçinde yaşadığımız çağın manevî hayatımız adına ciddi riskler taşımasına mukabil çok önemli bahtiyarlıklara da vesile olabileceğini bir kere daha ifade eden Hocaefendi, sözlerini Mecelle’ye de girmiş bir kaide ile noktaladı: “Bi hasebi’l-mağrem el-mağnem.” (Elde edilen ganimet, altına girilen risk ölçüsünde artar veya azalır.)

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

337. Nağme: İstişare.. mutlaka istişare; fakat, kiminle?!.

337. Nağme: İstişare.. mutlaka istişare; fakat, kiminle?!.

Fethullah Gülen Hocaefendi, bir namaz sonrası "Çekinme âkıl isen itiraf-ı noksandan / Emin olan delidir aklının kemalinden!" (M. Naci) beytini ve "Akla mağrur olma Eflâtun-ı vakt olsan dahi / Bir edib-i kâmil gördükde tıfl-ı mekteb ol!." (Nef'î) ikazını hatırlatarak söze başladı. Yapılan pek çok hatanın temelinde insanın her şeyi bildiğini zannetmesi, kendi kendisine yeteceği mülahazası ve başkalarının fikirlerine müracaat etmeme inhirafı bulunduğunu vurguladı.

İstişarenin Peygamber yolunun çok önemli bir özelliği olduğunu belirten Fethullah Gülen Hocaefendi, dâhilerin bile çok yanlışlıklar yapabileceklerini ama vasat akıllı da olsa başkalarının akıllarından istifade eden insanların yanlış yapmayacaklarını ya da çok az hataya düşeceklerini ifade etti: Sabah akşam göklerle münasebet içinde bulunan Rasûl-ü Ekrem Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) istişareye hiç ihtiyacı olmadığı halde hemen her meseleyi ashabıyla meşveret ettiğine ve ümmetine meseleleri ortak akılla değerlendirerek hizmetleri umuma mal etme ahlakını öğrettiğine dikkat çekti.

Fethullah Gülen Hocaefendi, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun hemen her meseleyi Ashab-ı Kiram ile görüşmesine ve onların akıllarının, kalblerinin itminan içinde olması için gayret göstermesine misal olarak Huneyn ganimetlerinin taksimi esnasındaki bir hadiseyi anlattı:

Huneyn'de elde edilen ganimetleri Allah Rasûlü, daha ziyade gönüllerini İslâm'a ısındırmak istediği insanlara dağıtmış ve bazı şahıslara hususiyet arz edecek şekilde paylar vermişti. Ancak bu taksim, Ensar'dan bilhassa bazı gençleri biraz rahatsız etmişti. Hatta bazıları; "Daha onların kanı kılıçlarımızdan damlıyor, halbuki en fazla payı da onlar alıyor!" demişlerdi. Bunu söyleyenler sadece birkaç genç de olsa, eğer bu fitne durdurulamazsa, önü alınamaz bir yangın haline gelebilir ve o yangın bazılarını ebedî ateşe sürükleyebilirdi. Çünkü Allah Rasûlü'ne karşı yapılacak bir itiraz, insanı dinden, imandan edebilir ve ebedî hasarete uğratabilir. Bunun üzerine, Efendimiz hemen Ensar'ın toplanmasını ve aralarına başka kimsenin de alınmamasını emretti. Onlara şöyle buyurdu: "Ben geldiğimde, siz dalâlet içinde değil miydiniz? Allah, benimle sizi hidayete erdirmedi mi? Siz fakr u zarûret içinde kıvranmıyor muydunuz? Allah, benim vesilemle sizi zenginleştirmedi mi? Siz, birbirinizle düşman değil miydiniz; Allah, benimle sizin kalblerinizi telif etmedi mi?" Bütün bu sorular karşısında Ensar topluca "Evet, minnet Allah'a ve Rasûlü'ne!.." demiş ve hele "Herkes evine, deveyle, koyunla dönerken, siz evlerinize Rasûlullah'la dönmek istemez misiniz?" hitabını duyunca hepsi gözyaşına boğulmuşlardı. Fethullah Gülen Hocaefendi, Âl-i İmran Suresi'nin 159. ayet-i kerimesi üzerinde durdu; bu ilahi beyanın manasını, emirlerini ve nazil olduğu sıradaki şartları açıkladı:

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللهِ إِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
"İnsanlara yumuşak davranman da Allah'ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın (ki Sen hiç öyle olmazsın) insanlar Senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşavere et. Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah'a tevekkül et. Allah muhakkak ki Kendisine dayanıp güvenenleri sever." (Al-i İmran, 3/159)

Evet, Uhud Muharebesini müteakiben nazil olduğu nakledilen bu âyet, istişarenin ne derece önemli olduğunu göstermektedir. Şöyle ki: Düşman saldırısı karşısında Hazreti Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) savaş stratejisi konusunda ashabını toplayıp istişare etmişti. Şahsî fikrine göre, şehir dışına çıkmak yerine Medine'de kalarak savunma harbi yapılmalıydı. Şehrin dışına çıkıp meydan muharebesi yapma taraftarları fazla olunca onların fikrine uyup Uhud'a çıktı. Savaş neticesinde bunun iyi sonuç vermediği anlaşıldı. Buna rağmen mücahedenin hemen akabinde gelen bu âyet istişareyi emrediyor. Demek ki meşverette büyük bir hayır ve bereket vardır.

Hocaefendi, istişare yapmanın önemli olduğu kadar istişarenin kiminle/kimlerle yapılacağı meselesinin de büyük ehemmiyet taşıdığını dile getirdi; "Size yağ çekenlerle istişare etmeyeceksiniz. Bir yönüyle bir kısım çıkar bağlarıyla size bağlanmış insanlarla istişare etmeyeceksiniz. Onlar 'Âlem seninle gurur duyuyor' derler. Sizden bir kısım beklentileri bulunan insanlarla istişare ederseniz, 'Eşin yok, menendin yok, kakül-ü gülberlerine acem mülkü fedadır!' diyenlerle istişare ederseniz, yanıltırlar sizi. Çünkü onlar dar ufukludurlar. Sadece bu günü görürler; belki bir de çocuklarının hayatlarının sonuna kadarki zaman dilimini görürler. Böylesine dar düşünceli kimselerle engin ufuk isteyen meseleler çözülemez. Başka bir derdi olmayan, oturup kalkıp mefkurenizi ikame etme istikametinde sancı çeken ve bir çıkar bir menfaat beklemeyen insanlarla istişare edeceksiniz. Size de dokunsa başkalarına da dokunsa düşüncelerini objektif olarak, makul ve uygun bir üslupla ortaya koyacak insanlarla istişare edeceksiniz." dedi.

Fethullah Gülen Hocaefendi, sohbetin son bölümünde, güzel düşünce ve güzel niyetin çok önemli olduğuna ama mefkure insanları için bunların tek başına kafi gelemeyeceğine değinerek şöyle buyurdu: "Hüsn-ü niyet çok güzledir; fakat, o mantık, muhakeme ve meşveret sütunları üzerinde oluşturulmuşsa kıymet kazanır. Yoksa, hüsn-ü niyet zatında değerli bir şey olduğu halde, bu sütunlara dayandarılmadığı için yıkılır. Evet, hüsn-ü niyet mutlaka meşveret, sağlam mantık, sağlam muhakeme, realiteleri doğru görme ve kendini, çevreyi, karşıdakileri doğru okuma gibi sütunlar üzerine oturtulmalıdır ki, duvarlar merkezkaç ile kaçıvermesin ve o hüsn-ü niyet kubbesi de çökmesin."

İstanbul'un Fethi'nden önce bir aralık Ayasofya'nın kubbesinin çökme tehlikesi geçirdiğini, Osmanlı'dan yardım istendiğini ve Mimar Hayrettin'in kubbeyi tamir ederken sütunları ve duvarları güçlendirme çalışması sırasında minare ayakları da hazırladığını ve sultanın huzuruna varıp "Hünkarım, minarelerin kaidelerini ben yaptım, İstanbul'u fethedip minarelerini koymak da size kaldı!." dediğini nakleden Hocaefendi, sözlerini şu ifadelerden sonra noktaladı: "Anlıyor musunuz? Bugün yapacağınız şeyle yarım asır sonra ne olur, hesap etmeniz lazım. Günübirlikçilik, sizin problemlerinizi çözmeye yetmez. Evet, günübirlikçilikle milletimizin problemleri çözülemez; aklı yüz sene ötesine erecek insanlar çözer o problemleri."

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

338. Nağme: Yeni bir dünya ve hizmet’in selameti

338. Nağme: Yeni bir dünya ve hizmet’in selameti

Fethullah Gülen Hocaefendi, “Toplumu siyah beyaz diye çok koparmışlar. Bunu ancak dipten gelen hareketler tamir edebilir.” buyurdunuz. Bu tesbit, dünyanın değişik toplumları arasındaki münasebetler için de söz konusu mudur? Türkçe Olimpiyatları’yla sergilenen eğitim faaliyetleri dünya açısından “dipten gelen hareket” fonksiyonunu eda edebilir mi? sorusuna verdiği cevapta şu hususlara değindi.

  • Kendini üstün görme ve başkalarını hafife alma duygusu eski medeniyetlere dayanmaktadır. Hint dinlerinden kaynaklandığı ve Hindistan’da doğduğu söylenen “kast sistemi” inancı, aslında, Enbiyâ-i izâmın mesajıyla iyi bir terbiyeden geçmeyen bütün insanların tabiatında vardır. Vahyin ışığına sırt dönen bütün toplumlarda havas ve avam, zenginler tabakası ve ayaktakımı sınıfı ya da soylular ve köleler şeklindeki ayırımlar mutlaka olmuştur/olmaktadır. İlahi mesajın gölgesinde nefsini dizginleyememiş kimseler bazen soya-sopa, bazen mala-mülke, bazen de şana-şöhrete bağlı olarak kendilerine bir nevi kudsiyet, bir fevkalâdelik ve bir farklılık atfetmişlerdir. Kendilerinin dışındakileri de hep ikinci ya da üçüncü sınıf vatandaş olarak görmüşlerdir. Tabiat-ı beşerde bir virüs olarak saklı bulunan farklılık ve üstünlük mülahazası, hemen her fırsatta ortaya çıkmıştır; maalesef, günümüzde de her toplumun içinde sorgulanamaz zümreler mevcuttur.
  • Türkçe Olimpiyatları’nda bir kısmı sahnelenen eğitim faaliyetleri Cenâb-ı Hakk’ın sevkiyle başlayıp bugünlere gelmiştir ve hem ülkemiz hem de dünya sulhu açısından çok önemlidir. Fakat, yapılan hizmetlerin dünyanın kaderini değiştireceği, insanlara yeni bir mahiyet kazandıracağı ve onları birbirleriyle sarmaş dolaş hale getireceği şeklindeki iddialara girmemek lazım. Bu türlü iddialar, bazı şahıslar itibariyle enaniyet işmam eder; bazıları itibariyle de aidiyet mülahazalarına sebebiyet verir. Oysa ki, bir kobradan kaçıyormuşçasına enaniyetten fersah fersah kaçmamız icap ettiği gibi, -ci, -cu, -ca misillü aidiyet ifade eden mülahazalardan da kaçmamız gerekir.

  • Herkes kendi mesleğinin muhabbetiyle yaşamalı, fakat katiyen başkalarını hor hakir görmemeli; başkalarına karşı tenâfüs, haset ve düşmanlık duygusu beslememeli.
  • Türkçe Olimpiyatları’yla çok küçük bir bölümü sergilenen hizmetlere şafak emaresi nazarıyla bakılabilir. Bu fecir, yalancı şafak bile olsa, unutmamak lazımdır ki, Üstad Hazretleri’nin yaklaşımıyla, fecr-i kazib, fecr-i sadığın en sâdık emaresidir.
  • (Türkçe Olimpiyatları’na katıldıktan sonra ülkelerine dönmek üzere vedalaşan öğrencileri) birbirlerine sarılıp ağlarken görünce ben de ağlıyorum. Siyah beyaza sarılmış ağlıyor. Bunlar birbirlerini düne kadar farklı görüyorlardı. Fakat, Anadolu insanı dünyanın dört bir yanında bambaşka bir beyazlık ortaya koydu ve bu her renkten öğrencinin sarmaş dolaş hale gelmesine vesile oldu.
  • Güzel şeylerin güzelliği bir kıymettir, fakat o güzelliklerde temadi ondan daha derince bir kıymettir; işte o derinceye talip olmak lazım.
  • Adanmış ruhlar, hizmetlerini dünyanın hiçbir yerinde siyasî cereyanlar içinde götürmemeliler. Elden geldiğince onlarla vuruşmamaya, sürtüşmemeye ve iyisi hakkında kendilerine göre kanaatlerini ortaya koymaya özen göstermenin yanı başında, meseleyi onlara bağlı götürmemeye de dikkat etmeliler. Meseleyi halkın halkla münasebeti şeklinde ele almalılar ve böylece o meseleye kalıcılık kazandırmalılar.
  • Tepeden, dinamik güçle başlarına vurmak suretiyle insanları hizaya getirme anlayışından sakınmak lazım. Meseleyi dipten, genç nesillerden, insanların şuuraltı müktesebatının beslendiği dönemlerden ele almak ve statik gücü hakim kılmak lazım. Nitekim, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, “Nasıl iseniz, öyle idare edilirsiniz!” buyurmuştur. İşte o “Nasıl iseniz..” blokajına bakmak, zemin yoklaması yapmak ve temel dinamikleri sağlam kurmak lazımdır ki ancak bu şekilde bina edeceğiniz şeyler kalıcılık vaad eder.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

339. Nağme: Berat Gecesi Duası

Fethullah Gülen Hocaefendi, Berat Gecesi ile alakalı hadis-i şeriflere işaretlerde bulundu:

Resûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurur ki:

“Allah Tealâ, Şaban ayının onbeşinci (Berat) gecesinde -rahmetiyle- dünya semasına tenezzül buyurur, orada tecelli eder ve Kelb Kabîlesi’nin koyunlarının tüyleri sayısından daha çok sayıda günahkârı affeder.”

Allah Rasûlü (aleyhi ekmelüttehaya vetteslimat) bir başka hadis-i şerifte şöyle buyurur:

“Şaban’ın ortasındaki (Berat kandili) geceyi ibadetle ihya ediniz, gündüzünde de oruç tutunuz. Allah Tealâ o akşam güneşin batmasıyla dünya semasında tecelli eder ve fecir doğana kadar, ‘Yok mu Benden af isteyen, onu affedeyim! Yok mu Benden rızık isteyen, ona rızık vereyim! Yok mu bir musibete uğrayan, ona afiyet vereyim! Yok mu şöyle, yok mu böyle!’ der.”

Peygamber Efendimiz’in Şaban ayına ve özellikle bu ayın içindeki Beraat gecesine ayrı bir önem vererek onu ihya ettiğine dair bir kısım rivayetleri göz önüne alan bazı âlimlerin bu geceyi namaz kılarak, Kur’ân okuyarak ve dua ederek geçirmenin çok büyük sevaba vesile olacağını söylediklerini hatırlatan muhterem Hocaefendi, bu geceye has bir ibadet olmamakla beraber kimi kaynaklarda Salâtü’l-Hayr/Hayır Namazı denilen yüz rekatlık bir namazdan bahsedildiğini ve kazaya kalmış onca namazlar da düşünülünce nafile ya da kaza kabilinden böyle bir namaz kılınabileceğini belirtti.

Bu umumî af ve rahmet gecesinde tevbe, istiğfar ve duaların kabul edileceğine değinen Hocamız, bilhassa külliyet kesbeden duanın kabule karin olacağını, aynı taleple çarpan yüreklerin sayısı arttıkça o niyazın Hak katında kabul olma ihtimalinin de artacağını ifade etti. Bu mübarek gecede ülkemiz, ümmet-i Muhammed (aleyhissalatü vesselam) ve bütün insanlık için dua etmek gerektiğini vurguladı.

Bediüzzaman Hazretleri bu gecenin değeri ve değerlendirilmesi ile alâkalı şöyle buyurmaktadır:

“Beraat Gecesi, bütün senenin kutsî bir çekirdeği ve insanlığın kaderinin programı olması açısından, Kadir gecesi gibi mukaddestir. Kadir gecesinde her bir amelin, okunan Kur’an’ın her bir harfinin sevabı otuz bin olduğu gibi, Beraat gecesinde de yirmi bine kadar çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur’ân’la, istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır.”

Evet, “Berat Gecesi” olarak bilinen bu mübarek zaman dilimi, Hazreti Üstad’ın ifadesiyle, içinde beşerin kader programı nevinden bir İlâhî icraat yapıldığı için Kadir gecesi kudsiyetindedir ve bütün senenin bir çekirdeği hükmündedir. Bu gece, mahlukatın bir sene içindeki rızıklarına, zengin veya fakir, aziz veya zelil olacaklarına, yaşayıp yaşamayacaklarına, ecellerine ve hacıların sayılarına dair hükümlerin verildiği hadislerde beyan edilmektedir.

Hak dostları, bu mübarek geceyi ihya etmek için ciddi gayret göstermişler; hatta ehlullahtan pek çokları Berat’i bir yeniden doğum fırsatı olarak görmüşler; istiğfar, tevbe ve inabeleriyle kalbî ruhî hayatın yepyeni iklimlerine ilk adımı bu gece atmışlardır. Bunu yaparken de Berat’in hususiyetlerini nazar-ı itibara alarak, ilhamını hadis-i şeriflerden alan çok içli yakarışlarla dergah-ı ilahinin kapısını çalmışlardır.

İşte bu nağmede Hocamızın yukarıdaki değerlendirmelerini aktarmakla beraber, dualarınıza vesile olacağı ümidiyle, Gümüşhanevî Ahmed Ziyaüddin Efendi’nin “Mecmuatü’l-Ahzâb” adlı üç cildlik eserinden istifade ederek hazırladığımız Beraat Gecesi duasını ve kırık dökük de olsa tercümesini bahsettiğimiz içli yakarışlara misal sadedinde nakletmek istiyoruz.

Bu vesileyle Beraat Kandilinizi gönülden tebrik ediyor; başta ülkemizin insanları olmak üzere bütün ümmet-i Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselam) her türlü musibetten kurtulup selamete çıkması, maddî manevî sıkıntılardan sıyrılıp inşiraha kavuşması, şerirlerin oyunlarının bozulması, özellikle de inananlar arasında vifak, ittifak ve uhuvvet ruhunun canlanması ve kalblerimizin, akıllarımızın, fikirlerimizin, fiillerimizin fitneye, fesada bütün bütün kapalı olacak şekilde ıslahı talebiyle yapılacak dualara iştiraklerinizi diliyoruz.

Berat Gecesi Duası

اَللهُ أَكْبَرُ كَبِيرًا وَالْحَمْدُ للهِ كَثِيرًا فَسُبْحَانَ اللهِ بُكْرَةً وَأَصِيلاً

اَلْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ. وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ وَنَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ

اَللّٰهُمَّ إِنْ كُنْتَ كَتَبْتَ اسْمِي فِي دِيوَانِ السُّعَدَاءِ فَأَثْبِتْهُ، وَإِنْ كُنْتَ كَتَبْتَ اسْمِي فِي دِيوَانِ الْأَشْقِيَاءِ فَامْحُهُ، فَإِنَّكَ قُلْتَ ﴿يَمْحُو اللّٰهُ مَا يَشَاءُ وَيُثْبِتُ وَعِنْدَهُ أُمُّ الْكِتَابِ﴾ ‏‏

أَعُوذُ بِعَفْوِكَ مِنْ عِقَابِكَ، وَأَعُوذُ بِرِضَاكَ مِنْ سَخَطِكَ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْكَ، جَلَّ وَجْهُكَ، لاَ أُحْصِي ثَنَاءً عَلَيْكَ أَنْتَ كَمَا أَثْنَيْتَ عَلَى نَفْسِكَ ‏‏

اَللّٰهُمَّ يَا ذَا الْمَنِّ وَلاَ يُمَنُّ عَلَيْكَ، يَا ذَا الْجَلاَلِ وَالْإِكْرَامِ، يَا ذَا الطَّوْلِ وَالْإِنْعَامِ، لاَ إِلٰهَ إلاَّ أَنْتَ، يَا ظَهِيرَ الرَّاجِينَ، وَيَا جَارَ الْمُسْتَجِيرِينَ، وَيَا صَرِيخَ الْمُسْتَصْرِخِينَ، وَيَا أَمَانَ الْخَائِفِينَ، ويَا دَلِيلَ الْمُتَحَيِّرِينَ، وَيَا غِيَاثَ الْمُسْتَغِيثِينَ، وَيَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ ‏

‏ اَللّٰهُمَّ إِنْ كُنْتَ كَتَبْتَنِي فِي أُمِّ الْكِتَابِ عِنْدَكَ شَقِيّاً فَامْحُ عَنِّي اسْمَ الشَّقَاوَةِ، وَإِنْ كُنْتَ كَتَبْتَنِي عِنْدَكَ سَعِيدًا غَنِيّاً فَأَثْبِتْهُ، وَإِنْ كُنْتَ كَتَبْتَنِي فِي أُمِّ الْكِتَابِ عِنْدَكَ مَحْرُومًا مُقَتَّراً عَلَيَّ رِزْقِي فَامْحُ عَنِّي حِرْمَانِي وَتَقْتِيرَ رِزْقِي وَاكْتُبْنِي عِنْدَكَ غَنِيّاً مُوَفَّقًا لِلْخَيْرِ، مُوَسَّعاً عَلَيَّ رِزْقِي، فَإِنَّكَ قُلْتَ فِي أُمِّ الْكِتَابِ ﴿يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَاءُ وَيُثْبِتُ وَعِنْدَهُ أُمُّ الْكِتَابِ﴾ ‏

‏ إِلٰهِي بِالتَّجَلِّي الْأَعْظَمِ فِي لَيْلَةِ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ الْمُكَرَّمِ الَّتِي ﴿فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ﴾ وَيُبْرَمُ، اِكْشِفْ عَنِّي مِنَ الْبَلاَءِ مَا أَعْلَمُ وَمَا لاَ أَعْلَمْ، وَاغْفِرْ لِي مَا أَنْتَ بِهِ أَعْلَمُ، إِنَّكَ أَنْتَ الْأَعَزُّ الْأَكْرَمُ

اَللَّهُمَّ اجْمَعْ شَمْلَنَا أُمَّةَ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، لاَسِيَّمَا شَمْلَ إِخْوَانِي وَأَخَوَاتِي وَأَصْدِقَائِي وَأَحْبَابِي وَأَحِبَّائِي فِي كُلِّ أَنْحَاءِ الْعَالَمِ، وَفِي كُلِّ نَوَاحِ الْحَيَاةِ

اَللَّهُمَّ اجْمَعْ شَمْلَنَا، وَأَلِّفْ بَيْنَنَا، وَأَيِّدْنَا بِرُوحٍ مِنْ عِنْدِكَ

اَللَّهُمَّ وَفِّقْنَا إِلَى مَا تُحِبُّ وَتَرْضَى

وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ

Büyük Sensin Allahım. Her türlü hamd ü senâ Yüceler Yücesi Senin hakkındır ve sabah-akşam tesbîh ile anılmaya layık yalnız Sensin. Âlemlerin Rabbi Yüce Allahım, Sana sonsuz hamd ve şükür, Kâinatın Medar-ı Fahri Efendimize, âline ve ashabına da nihayetsiz salât ü selam ederek Sana el açıyorum.

Allahım, şayet benim ismimi da bahtiyar kullarının adlarını kaydettiğin Saidler Divanı’na yazmış isen, o yazıyı orada sabit eyle. Şayet, talihsiz zavallı kulların adlarının yazıldığı Şakîler Defteri’ne benim ismim de yazılmışsa, bahtına düştüm, kurban olayım, ismimi o bahtsızların arasından silip salih kullar zümresine dahil eyle. Çünkü Sen Kitab-ı Kerim’inde şöyle buyurdun: “Allah dilediğini siler, iptal eder, dilediğini de sabit bırakır. Bütün kitapların aslı O’nun indindedir.” (Ra’d 19/39)

Ya Rabbi, ikâbından affına sığınırım, gazabından rızana sığınırım, Senden Sana sığınırım. Sen izzet ve celal sahibisin. Zatını sena ettiğin gibi Seni sena etmekten, ululuğuna yaraşır beyanlarla Sana kulluğumu sunmaktan ve Sana azametine yakışır sözlerle içimi dökmekten acizim.

Ey bolca veren, fakat verdikleri ile minnet etmeyen ve başkalarından bir iyiliğe muhtaç olmayan, asla minnet altına girmeyen Allahım! Ey celal ve ikram sahibi! Ey kudret ve nimet sahibi! Hiçbir ilah yok, ancak Sen varsın! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, kemal sıfatlar ile de tavsif ederim. Ey ümit edenlerin yanıltmaz yardımcısı/dayanağı! Ey sığınmak isteyenlerin yegane barınağı! Ey çığlık çığlığa feryad edenlerin biricik teselli kaynağı! Ey korkanların güvencesi, yolunu şaşırmışların delili, medet isteyenlerin yardımcısı ve ey merhametlilerin en merhametlisi!..

Allahım! Eğer ismimi Levh-i Mahv ve İsbat’ta şakîler (talihsizler, kötüler) defterine yazmış idiysen, ne olur, onu oradan silmeni bir kere daha istiyorum, benden kötülük ismini gidermeni diliyorum. Eğer ismimi saidler (mutlular, iyiler) divanına yazmış idiysen, onu da orada sabit kılmanı dileniyorum. Eğer ismimi katındaki Levh-i Mahv ve İsbat’ta mahrum bırakılan ve rızkı dar kılınan diye yazdın ise, onu sil ve rızkımı çoğalt, beni zengin/başkalarından müstağni yaz, hayra muvaffak kıl, rızkımı genişlet, artır. (Sen istersen bunları yaparsın). Çünkü beyanının şefaatine sığınarak tekrar ikrar ediyorum ki Sen Kitab-ı Kerim’inde şöyle buyurdun: “Allah dilediğini siler, iptal eder, dilediğini de sabit bırakır. Bütün kitapların aslı O’nun indindedir.” (Ra’d 19/39)

İlahî! Mükerrem Şaban ayının ortasında, “her türlü hikmetli işin belirlenip yazıldığı ve onaylandığı” şu Beraat gecesindeki büyük tecellin yüzüsuyu hürmetine, benim bildiğim veya bilmediğim bütün belâları üzerimden kaldır, def et! (Hata kabilinden olup) sadece Senin bildiğin şeyleri bana bağışla, beni affeyle. Zira yegane aziz ve yegane kerim Sensin!..

Ümmet-i Muhammed’e dirlik ver! Fikrimizin, ruhumuzun, havl ve kuvvetimizin dağınıklığını Sana şikayet ediyor ve bizi bu durumdan kurtaracak yegane tasarruf sahibinin Sen olduğuna inanıyorum. Bizi bu durumdan kurtar Allah’ım! Özellikle de gerek cihanın dört bir yanında, gerekse hayatın her ünitesinde, insanlarla Senin arandaki engelleri kaldırmaya kendini adayan, sa’ylerine terettüb edecek semere itibariyle, Rıza ve rıdvânından başka hiç bir şey hedeflemeyen kardeşlerimin, bacılarımın, erkeğiyle kadınıyla dostlarım ve gönüldaşlarımın dağınıklığını gidermeni, yaralarını sarmanı, enis ve celîsleri olmanı, onları her türlü kem göz ve kötü niyetlilerin şerrinden muhafaza buyurmanı, onları kendi gözlerinde mahiyetlerinden daha küçük, ancak temsil ettikleri misyon itibariyle büyük mü büyük göstermeni diliyor ve dileniyorum.

Ey her şeye gücü yeten Kâdir Rabbimiz! Bizi kesret dağdağasında boğulmaktan kurtaracak ve vahdet tecellileriyle dirliğimizi sağlayacak yegâne güç sahibi Sensin. Sırlı alem olan kalblerin anahtarı Senin elindedir. Dilediğin gibi kalbleri evirip çevirme kudretine sahipsin. N’olur, kalblerimizi te’lif buyur! Biliyoruz ki, yeryüzünde ne var ne yok, hepsini bu uğurda sarf etsek de iki gönlü te’lif etmeye muvaffak olamayız. İnsanı yaratan Sen.. Gönüllerin Efendisi de Sensin. Gönül aynamızı duru eyle ve gönüllerimizi te’lif buyur. Ta birbirimize karşı tevahhuş hissetmeyelim.. birbirimizin enis u celisi olalım.. birbirimizin ayıbını araştırmayalım.. kınayanın kınamasından müteessir olmayalım, övenin övgüsünü üzerimize almayalım. Ey iyilik ve ikramda bulunan Kerîm Rabbimiz! Bizleri katından bir güçle te’yid buyur..

Ey kullarının dualarına icabet eden Mucîb Allah’ım! Bizleri, sevdiğin ve râzı olduğun işlere muttali kıl, onları bize sevdir, onları hayata taşımaya ve başkalarına duyurmaya bizleri muvaffak eyle!

Niyazımızın sonunda, dualarımızın kabul edilmesine en büyük vesile olarak gördüğümüz Efendiler Efendisi’ne, âl ve ashabına salat ü selam eylemeni dergâh-ı uluhiyetinden diliyoruz ya Rab!

340. Nağme: Şeytanî bir mırıltı: “Ben kendime yeterim!”

340. Nağme: Şeytanî Bir Mırıltı: “Ben kendime yeterim!”

Fethullah Gülen Hocaefendi, şu konular üzerinde durdu.

  • Allah'ın rızasını tahsil yolunda, hizmet adına ne yaparsak yapalım onu az görmeli, gayretlerimizi yetersiz bulmalı ve hep "Benim yerimde bir başkası bulunsaydı, bu işin çehresi daha farklı olurdu; aklı başında bir insan benim yapamadığımı yapar ve bu işten yüz tane semere çıkarırdı." mülahazasıyla dolu olmalıyız.
  • Allah Teala bir mefkure insanını nereye koymuşsa, o mutlaka konumunun hakkını vermeye çalışır; bir kuyu dibi ya da bir dağın başı hiç fark etmez; dava adamı, içinde bulunduğu şartları en iyi şekilde değerlendirip "Şimdi bundan sonra ne gelir acaba?" sorusunu sorar kendine, sonra "Şu da yapılabilir.. şu da yapılabilir.. şu da yapılabilir!" deyip işe koyulur. En olumsuz şartlar altında bile tıpkı Havarîlerin, Ashâb-ı Kirâm'ın yaptığı gibi ölesiye bir civanmertlik sergiler ve vazifelerini yapar.
  • Yapacağımız işlerde istişare çok ışık tutucu bir projektördür. Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) "İstişare eden kayıp yaşamaz, hüsrana uğramaz!" buyuruyor.
  • Her şeyi irade, meşîet, kudret ve ilim açısından Cenâb-ı Hakk'a verme ve aklen, kalben, ruhen, hissen, fikren her yönüyle tam tevhide ulaşma neticesinde "sübhaneke" diye zikretme meleklerin şiârıdır. Çünkü onlar bütün bu hakikatleri şeksiz, şüphesiz görmekte ve sürekli tesbîhle bu müşahedelerini dillendirmektedirler. Nitekim, Cenâb-ı Hak, Hazreti Adem'i yaratacağı zaman, melekler, istifsar (işin aslını sorup öğrenme, meselenin açıklanmasını isteme) niyetiyle "Yeryüzünde kan dökecek ve fesat çıkaracak bir mahlûk mu yaratacaksın?" (Bakara, 2/30) diye bir suâl tevcih etmişlerdi. İşin aslını ve Hakk'ın hikmetini öğrenince ise,

    سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
    "Sübhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki? Her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan Sensin" (Bakara, 2/32) demiş ve yine tesbîhlerini seslendirmişlerdi.

  • Şeytan, meleklerin başvurduğu istifsara (işin aslını sorup öğrenmeye) ve istişareye hiç yanaşmadı. Zira, o "Ben bilirim" düşüncesine kilitliydi. Kendi içtihadına güvenerek secdeden yüz çevirdi ve kibrine yenilip ebedi hüsran yoluna girdi.
  • "Ben kendime yeterim!" sözleri şeytanın mırıltılarıdır. Karun gibi şeytanın kölesi olmuş kimseler de hep aynı iddiayı mırıldanıp durmuş ve kendilerini helake sürüklemişlerdir.
  • Allah bizi başkalarının bilgisine muhtaç olacağımız şekilde yaratmıştır.
  • Bir insanla istişare etmek ona saygı göstermenin bir emaresi olduğu gibi onun güç, kuvvet ve hissiyatını yanına almanın da vesilesidir.
  • Kur'ân-ı Kerîm'de istişâre, iki âyette sarâhaten ele alınır; işâreten şûrâya temas eden âyât-ı Kur'âniye ise pek çoktur. Te'vilsiz, yorumsuz açıktan açığa şûrâ ile alâkalı bu iki âyetten biri, "Bu iş hususunda onlarla istişârede bulun!" (Âl-i İmrân, 3/159), diğeri de "Onların işleri kendi aralarında meşveret iledir." (Şûra, 42/38) mealindeki fermân-ı Sübhânîdir. Bu konuda, "Meşverette bulunan pişman olmaz. İstişâre eden zarar görmez." beyanı gibi, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz'den sâdır olmuş pek çok güzel söz ve tavsiye de vardır.
  • Ne büyük nimetlere mazhar olduğumuzu ve nasıl bir emanet taşıdığımızı anlayabilmek için bir geriye dönüp bakmak, bir günümüzü nazar-ı itibara almak ve bir de beş on sene içinde Cenâb-ı Hakk'ın lütfettiği ihsanları birer referans sayarak on sene sonrasına nazar etmek lazım. Bugüne kadar olan ilahi lütuflar yarınkilerin en inandırıcı referansıdır. Bu lütufların kadrini bilmek, onları hamd ü sena ile taçlandırmak ve yedi veren, yetmiş veren başaklar haline getirmeye çalışmak lazım.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

341. Nağme: Sıla-yı rahim, yaz tatili ve Ramazan-ı şerif

3341. Nağme: Sıla-yı rahim, yaz tatili ve Ramazan-ı şerif

Ekser insanlar, bazen sıla-yı rahim vecibesini de bahane ederek her yaz mevsiminin büyük bir bölümünü tatil psikolojisiyle geçiriyorlar. Önümüzdeki Ramazan ayı da düşünülürse, umumî manada mü'minlerin, hususî planda da irşat erlerinin tatil anlayışları nasıl olmalıdır?

  • Sıla-yı rahim hangi manalara gelir; sıla-yı rahim için farz, vacip ve sünnet gibi kategoriler söz konusu mudur?
  • Daussıla ne demektir?
  • Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in Mekke ve Medine ile irtibatı da daussıla açısından açıklanabilir mi? O'nun Ka'be ile münasebeti nasıl anlaşılmalıdır?
  • Yaz tatili nasıl değerlendirilmelidir?
  • Sene boyunca bizi sürekli oyalayan meşguliyetlerimizden kaynaklanan sohbet-i Canan ile alakalı ihmallerimizin kazasını yapmak nasıl mümkün olabilir?
  • "Leylî sözü söyle yoksa hâmûş!" cümlesinden maksat nedir?
  • Yaz tatiliyle alakalı olarak da Allah hakkı ve anne, baba, eş, akraba hukuku arasında bir taksimin gerekliliğinden söz edilebilir mi?
  • Ramazan ayı ve yaz tatili beraberliğini fırsata çevirmek hangi hususlara bağlıdır?

Fethullah Gülen Hocaefendi sohbetini şu söz ile noktaladı:

"Önemli olan ömrün uzunluğu kısalığı değil, değerlendirilip yediveren başaklar haline getirilmesidir. Ramazan, ömrün yediveren, yetmiş veren, yedi yüz veren başaklar haline getirilmesi için mübarek bir zaman dilimidir."

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

342. Nağme: Büyüklük ölçüsünde tevazu ve hep talebe kalmak

342. Nağme: Büyüklük ölçüsünde tevazu ve hep talebe kalmak

“Tevazu makalesinde, ‘Allah’a karşı yer ve konumunu belirlemiş olanlar, dinî hayatlarında da, halkla münasebetlerinde de, hususî murakabelerinde de hep muvazene içindedirler.’ deniliyor. Burada nazara verilen muvazene nasıl anlaşılmalıdır?”

Hakk’ın büyüklük ve sonsuzluğu karşısında, sıfır-sonsuz nisbetlerine göre insanın kendi yerini belirleyip, bu düşünce ve bu tesbiti benliğine tam mâl etmesi gerektiğini anlatan Fethullah Gülen Hocaefendi, Allah’a kul olduğunun şuurunda bulunan insanların, O’ndan başka hiç kimseye kulluk yapmayacaklarını ve hiçbir güç karşısında boyun eğmeyeceklerini ifade etti. Bununla beraber, Hakk’a kulluğun manasını anlamış olgun insanların, halkla münasebetlerinde de mütevâzi, mahviyet içinde ve dengeli olacaklarını belirtti.

Hak karşısındaki konumunu belirleyebilmiş insanların dine karşı da tevâzu ve mahviyet içinde olacaklarını; onun ne menkûlüyle ne de mâkûlüyle hiçbir çelişki yaşamayacaklarını dile getiren Hocaefendi, öyle bahtiyarların, Rasûlullah tarafından tebliğ edilen, bilhassa temsil edildiği bilinen hiçbir meseleye, akla, kıyasa, zevke, siyasete -aslında, dinin ruhunda müstakim akla, sahih kıyasa, selim zevke, şer’î siyasete aykırı hiçbir mevzu yoktur- muhalif görseler bile karşı çıkmayacaklarını; taabbüdi meselelerde emre itaatteki inceliği kavramış olarak hareket edeceklerini vurguladı.

Mütevazi insanların, Abdullah bin Ömer hazretleri gibi, fevkalade bir dirayet ve kiyaset sahibi olmanın yanı başında dinin emirlerine uyma mevzuunda da “Bu adamın aklı hiçbir şeye ermiyor!” dedirtecek kadar safiyane davrandıklarını anlatan Fethullah Gülen Hocaefendi, bu konuyu açıklama sadedinde Hac’da şeytan taşlama esnasındaki mülahazalarını seslendirdi.

Hak karşısındaki konumunu belirleyemeyen bir insanın zamanla “hadim” ve “talebe” olduğunu unutup hakim ve mürşid tavrına girebileceğini; böyle bir haddi aşmışlığın da insanı felakete sürükleyeceğini önemle ifade eden Hocaefendi, Hazreti Üstad’ın talebesi Albay Hulusi, Ahmet Feyzi, Tahiri Mutlu ağabeylerimizi “fevkalade büyüklükle beraber fevkalade tevazuu şahsında cemetmiş” insanlara misal olarak anlattı.

Türkçe Olimpiyatları boyunca kendi adı anıldığında hemen istiğfara yöneldiğini belirten Hocamız, yapılan güzel işlerde kendi payının da bulunduğuna dair mülahazalar uzaktan göründüğü zaman bile Allah’tan mağfiret dilediğini ve günde belki beş yüz kere istiğfar ettiğini, dahası her defasında bir kere estağfirullah demeyi de yeterli görmeyip “Bin bin, bir milyon estağfirullah ya Rabbi!” dediğini anlattı.

Fethullah Gülen Hocaefendi, “Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, (bilin ki), Allah öyle bir kavim getirecek ki, O, bu kavmi sever, onlar da O’nu severler. Mü’minlere karşı başları yerde, kâfirlere karşı ise onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler ve kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah, atâsı, ihsanı çok bol olandır ve her şeyi en iyi şekilde yegane bilendir.” (Mâide Sûresi, 5/54) ayetini hatırlatarak, çok temkinli yaşamamız gerektiğine dikkat çekti.

“Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz: İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah’a imanınız tamdır.” (Âl-i İmran, 3/110) mealindeki ayet-i kerimeyi hatırlatan kıymetli Hocaefendi, başkalarına iyiliği emredip onları kötülükten sakındırma manasına gelen “emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker” vazifesinin her Müslüman’ın yapması gereken bir mükellefiyet olduğunu; bu itibarla da sürekli sohbet-i Canan peşinde bulunarak birbirimize tevazu ve mahviyet hayırhahı olmamız lazım geldiğini vurguladı.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

343. Nağme: Minberi titreten ayet, Sûr ve Kıyâmet

343. Nağme: Minberi titreten ayet, Sûr ve Kıyâmet

Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, bir gün hutbe verirken bir âyet-i kerime okuyup sözlerine şöyle devam etmişti: “Allah, o gün gökleri ve yıldızları, bir çocuğun elinde topu çevirdiği gibi çevirir ve şöyle buyurur: “İlah Ben’im! Hükümdar Ben’im! Cebbar Ben’im! Büyüklük Benimdir! Nerede dünya hükümdarları? Nerede dünyadaki zorbalar, mütekebbirler!” Peygamber Efendimiz bu ifadeleri dile getirdiği sırada minber sallanmaya başlamış, adeta bir insan gibi tir tir titriyordu. Öyle ki, Ashab-ı Kiram, üzerinde Allah Rasûlü de varken minberin devrilip yıkılmasından endişe duymuşlardı. İşte, Efendimiz tarafından okunduğunda minberi dahi lerzeye getiren o ayet şu idi:

وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعاً قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
“Fakat onlar, Allah’ın kudret ve azametini hakkıyla takdir edemediler, O’na lâyık tazimi göstermediler. Halbuki bütün bir dünya kıyamet günü O’nun tasarruf kabzasında, gökler âlemi de O’nun kudretiyle dürülmüştür. Böyle bir azamet ve hâkimiyet sahibi Allah, onların uydurdukları ortaklardan yücedir, münezzehtir.” (Zümer, 39/67)

Bugünkü tefsir dersinde Zümer Sûresi’nin son ayetleri üzerinde Fethullah Gülen Hocaefendi, hemen her kelimeyle alakalı bazı açıklamalarda bulundu. Bu nağmede, hususiyle yukarıdaki ayet-i kerime ve ondan hemen sonra gelen şu ilahî beyan ile ilgili tavzih ve tefsirleri paylaşmak istiyoruz:

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَنْ شَاءَ اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَى فَإِذَا هُمْ قِيَامٌ يَنْظُرُونَ
“Sûra üflenir; Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde kim varsa çarpılıp cansız yere düşer. Sonra ona bir daha üflenir: Bir de bakarsın bütün insanlar, kabirlerinden ayağa kalkmış, etrafa bakınıp duruyorlar!” (Zümer, 39/68)

12:23 dakikalık bu ses kaydında şu soruların cevaplarına dair ipuçları da bulabilirsiniz:

  • Cenâb-ı Hakk’ın kabzası ne demektir?
  • “El” demek de olan “yemîn” kelimesi Allah hakkında kullanılınca hangi manaya gelir?
  • Kıyamet esnasında arz kabzedilip semalar dürüleceği zaman insanlar nerede olacaklar?
  • Zat-ı Uluhiyet ve O’nun nimetleri hakkında tefekkür etmenin ölçüsü nedir?
  • Sırat ne demektir; ahiretin köprüsü, defteri ve terazisi nasıldır?
  • Sûr ne demektir; Sûr’a nefhedilmesi kaç defa vuku bulacaktır?
  • Hocaefendi, kıyamet koparken ne yapmak/neyle meşgul olmak istiyor?

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

344. Nağme: “Keşke” dememek için

344. Nağme: “Keşke” dememek İçin

Bazı İnternet sayfalarında, Gezi Parkı’ndan hareketle yapılan eylemlerin bir benzerinin muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ikamet ettiği adreste yapılacağına ve kendisinin de protesto edileceğine dair haberler yayınlandı. Bunun üzerine endişe ve merakla karışık pek çok e-mail ve mesaj aldık.

Efendim, hiç merak buyurmayınız. Şimdiye kadar Fethullah Gülen Hocaefendi’nin huzuruna, başka bir maksatla gelinmeyeceği için, hep sohbet dinlemek ve ilim meclisinden istifade etmek isteyen insanlar geldiler; biz de teşrif edenlere geleneksel misafirperverliğimizin gereği olarak ikramlarda bulunduk. Hazreti Mevlâna’nın yolunda yürüyoruz; dolayısıyla kapımız ve bağrımız herkese açıktır. Elhamdulillah, çay türü ikramlarımız da her zaman mevcuttur.

Hakaret etmemek şartıyla düşünce ve düşünceyi ifade özgürlüğü bizim de her zaman desteklediğimiz bir haktır. Kanunların çizdiği çerçevede ve gerekiyorsa resmi yetkililerden izinle herkes bu hakkı kullanabilir. Meseleyi kin ve nefret söylemine, kavga ve şiddet zeminine çekebilecek kimselerin muhatabı ise emniyet güçleridir. Bulunduğumuz kasaba da asayiş ve huzuru ile meşhur, emniyet güçlerinin hukuksuzluğa asla taviz vermediği bir yerdir. Dolayısıyla, endişe ve merak edecek bir durum asla söz konusu değildir.

Fethullah Gülen Hocaefendi bu sohbette şu hususları anlatıyor:

  • Sonunda ne dünya ne de ukba itibarıyla “keşke” demeyecek şekilde yaşamak lazım. Dünya ve ukbâyı “keşke” nedametleriyle kirletmemek için basiretli, dikkatli ve temkinli yaşamak, O’nun yolunda yürüyüp O’na ulaşma gayreti içinde bulunmak, kendi konumunu bilip gereklerinin şuurunda olmak ve O’nun hakkı bizim de vazifemiz olan şeyleri değerlendirmede kusur yapmamak lazım.Cehennem’e gidenler dünyadaki çirkin söz, tavır ve fiillerine karşılık gelen cezaları çehrelerinden tanıyacaklar. Bütün zâlimler, işledikleri zulümlerin birer nüve olmaktan çıkıp azabın değişik parçalarını oluşturmak üzere önlerine döküldüğünü müşahede edecekler: “Bu alev falan küfür sözümün meyvesi.. bu hicran filan müşrikçe davranışımın yansıması.. bu nedâmet şu zalimce tavrımın izdüşümü!..” diyecekler.. diyecek ve

    يَا لَيْتَنِي كُنْتُ تُرَاباً
    “Ah ne olurdu, keşke toprak olaydım!” (Nebe, 78/40) çığlıklarıyla inleyecekler.

  • Furkan Sûresi’nde mahşer gününe ait bir tablo anlatılırken zâlimlerin Peygamberin yolunda yürümediklerinden dolayı çok pişman olacakları, nedametle ellerini ısıracakları ve
  • “Keşke falanı dost edinmeseydim! Vallahi bana gelen öğütten (Kur’ân’dan) beni o uzaklaştırdı.” diye yanıp yakılacakları ifade buyuruluyor. Ötelerin bu boş temennilerini ve faydasız keşkelerini de ima eden ayet-i kerimede şöyle deniyor:

    وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلَى يَدَيْهِ يَقُولُ يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَبِيلاً يَا وَيْلَتَى لَيْتَنِي لَمْ أَتَّخِذْ فُلَاناً خَلِيلاً لَقَدْ أَضَلَّنِي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ إِذْ جَاءَنِي وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْإِنْسَانِ خَذُولاً
    “O gün zalim, parmaklarını ısırır der ki: Eyvah! Keşke o Peygamberle birlikte bir yol tutsaydım! Eyvah! Keşke falanı dost edinmeseydim! Vallahi bana gelen öğütten (Kur’ândan) beni o uzaklaştırdı. Zaten şeytan, insanı işte böyle uçuruma sürükleyip sonra da yüzüstü, yalnız bırakır.” (Furkan Sûresi, 25/27-29)

  • Kâfirler için hazırlanan zincirlerin, bukağıların ve çılgın alevlerin herkesi dehşete düşüreceği; kapkara, ekşi ve asık bir suratla bekleyen münkirlerin pek çoğunun âdeta bel kemiklerinin kırılacağı; dünyada kulluk vazifesini yerine getirmeyenlere “Haydi yalanladığınız şeye doğru yürüyün! Yürüyün, gölgesi olmayan ve alevden korumayan üç buudlu (katmerli) Cehennem karanlığına!” denileceği ve müflislerin yüzükoyun sürüm sürüm ateşe sürükleneceği bir gün gelecek ve bütün insanlar önlerinde yalnızca yapıp ettiklerini bulacaklar. Herkesin hesap defteri kendi önüne konulduğunda, mücrimler defterdeki kayıtlardan korkacak, dehşete kapılacak ve “Eyvah bize! Bu deftere de ne oluyor? Ne küçük koymuş ne büyük, yazılmadık şey bırakmamış!” (Kehf, 18/49) diye yakınacaklar. Hele bir de hesap defterlerini sol taraflarından alınca artık tarif edilemez bir hicran, hasret, nedamet, inilti ve feryad u figan koparıverecekler:

    وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِهِ فَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُوتَ كِتَابِيهْ وَلَمْ أَدْرِ مَا حِسَابِيهْ يَا لَيْتَهَا كَانَتِ الْقَاضِيَةَ مَا أَغْنَى عَنِّي مَالِيهْ هَلَكَ عَنِّي سُلْطَانِيهْ
    “Eyvah! Keşke verilmez olaydı bu defterim! Keşke hesabımı bilmez olaydım! N’olurdu, ölüm her şeyi bitirmiş olaydı! Servetim, malım bana fayda etmedi! Bütün gücüm, iktidarım yok olup gitti!” <(Hakka, 69/25-29) sözleriyle ağıtlar yakacaklar.

  • “Keşke”ler çok ve çeşitlidir. Bazıları da ötede “Keşke Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali (radiyallahu anhüm ecmaîn) gibi yaşasaydım; keşke elimin altındaki imkanları değerlendirme ve zühtten ayrılmama hususlarında onların çizgisini takip edebilseydim!” diye inleyeceklerdir.
  • “Keşke” dememek için insan şu sözlerin hakikatine uygun bir ömür sürmelidir: “Yâdında mı doğduğun günler / Sen ağlardın gülerdi hep âlem / Öyle bir ömür geçir ki, olsun / Mevtin sana hande, halka mâtem.”
  • Bu hizmete gönül vermiş adanmışlar, “keşke”ye kapalı yaşamalıdırlar. “Keşke” onların bugünlerine, yarınlarına girmemeli, hele ahiretlerine hiç girmemeli.
  • Bize ne zaman “Sıra sende” deneceğini bilmiyoruz. Buna rağmen çoğumuz ölümün bir gün gelip çatacağından habersiz yaşıyoruz. Münebbihât’ın başındaki şu nasihat bu hakikati ifade etmektedir:

    يَا مَنْ بِدُنْيَاهُ اشْتَغَلْ قَدْ غَرَّهُ طُولُ اْلأَمَلْ
    أَوَلَمْ يَزَلْ فِي غَفْلَةٍ حَتَّى دَنَا مِنْهُ اْلأَجَلْ
    اَلْمَوْتُ يَأْتِي بَغْتَةً وَالْقَبْرُ صُنْدُوقُ الْعَمَلْ
    اِصْبِرْ عَلَى أَهْوَالِهَا لاَ مَوْتَ إِلاَّ بِاْلأَجَلْ

    “Ey dünya meşgaleleriyle oyalanan zavallı! Upuzun bir ömür ümidiyle hep aldandın. Yetmez mi artık bunca gaflet ve umursamazlığın. Bak, yaklaştı ötelere yolculuk zamanın; unutma ölüm çıkıp gelir bir gün ansızın. Seni bekliyor kabir, o ki amel sandığın. Öyleyse, kov dünya endişelerini ve sabra sığın; ecelin dolup da yolculuk anın gelene dek hâlâ var bir fırsatın.”

  • Hazreti Pir, bizim hesabımıza şöyle diyor: “Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.”
  • Hazreti Üstad, bir başka yerde de ruhunun talebini dile getirir:
  • “Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem.
    Ruhumu Rahmân’a teslim eyledim; gayr istemem.
    İsterim, fakat bir Yâr-ı Bâki isterim.
    Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim.
    Hiç ender hiçim; fakat bu mevcudatı birden isterim.”

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

345. Nağme: Ağlanası âyetler

345. Nağme: Ağlanası Âyetler

Önceki nağmelerin birinde, Rasûl-ü Ekrem (sallâllahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in talim buyurduğu üzere, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin her zamanı, mekanı ve hali dua için ayrı bir fırsat olarak değerlendirdiğini ifade etmiştik. Evet, Hocamız zaman, mekan ya da hal değişikliği olduğunda mutlaka bunlardan her birini bir zarf olarak kullanıyor; içlerine en samimi niyazları yerleştirip Allah’a ısmarlıyor.

Hocaefendi, her gün tefsir ve fıkıh derslerimize de dua ile başlamamızı istiyor; bizzat talim buyurduğu lafızlarla Cenâb-ı Hakk’a taleplerimizi seslendirirken kendisi de ellerini açıp niyazımıza “amin” diyor.

Bugünkü nağmede derse başlarken okuduğumuz dualardan birini daha mealiyle beraber paylaşacağız.

Bir gün önce Elmalılı Hamdi Yazır hazretlerinin eserindeki Zümer Sûresi’yle alakalı açıklamaları tamamladıktan sonra dün sabahki derste de bu sure-i celilenin müzakeresini bitirdik. Dersin 15 dakikalık kısmını ses kaydı halinde arz ediyoruz.

Derse başlama duası

اَلْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالمِينَ

وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ علَى سَيِّدِنَا وَنَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

اَللَّهُمَّ الْعِلْمَ وَالْاِيمَانَ الْكَامِلَ وَالْعُبُودِيَّةَ الْكَامِلَةَ التَّامَّةَ وَالْإخَلَاصَ الْاَتَمَّ وَالْيَقِينَ التَّامَّ وَالتَّوَكُّلَ التَّامَّ وَالْمَعْرِفَةَ التَّامَّةَ وَالْمَحَبَّةَ التَّامَّةَ وَخَالِصَ الْعِشْقِ وَالْاِشْتِيَاقَ اِلَى لِقَائِكَ وَالْعِفَّةَ وَالعِصْمَةَ وَالْفَطَانَةَ وَالحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ وَالْحَافِظَةَ الدَّائِمَةَ وَالذَّاكِرَةَ الدَّائِمَةَ وَالصِّحَّةَ الدَّائِمَةَ الْكَامِلَةَ وَالْعَافِيَةَ الدَّائِمَةَ الْكَامِلَةَ وَالْقَلْبَ السَّلِيمَ

اَللَّهُمَّ اَسْرَارَ الْاِيمَانِ وَالْاِسْلَامِ وَالْاِحْسَانِ

اَللَّهُمَّ ثَبِّتْنَا عَلَى الْحَقِّ وَالْعَدَالَةِ وَالْاِسْتِقَامَةِ وَالْعِفَّةِ وَالْعِصْمَةِ وَالْفَطَانَةِ وَالْاِذْعَانِ. وَثَبِّتْنَا عَلَى مَا تُحِبُّ وَتَرْضَى

اَللَّهُمَّ الْاِخْلَاصَ فِي كُلِّ اَمْرِنَا وَفِي كُلِّ شَأْنِنَا وَرِضَاكَ

اَللَّهُمَّ اَسْرَارَ الْحَقَائِقِ وَحَقِيقَةَ الْحَقَائِقِ

اَللَّهُمَّ بَسْطَ الزَّمَانِ وَبَسْطَ الْاِمْكَانِ

اَللَّهُمَّ اَقْرِرْ اَعْيُنَنَا بِانْتِشَارِ الْاِسْلَامِ فِي كُلِّ اَنْحَاءِ الْعَالَمِ

اَللَّهُمَّ فَقِّهْنَا فِي الدِّينِ اَللَّهُمَّ فَقِّهْنَا فِي الْقُرْآنِ اَللَّهُمَّ فَقِّهْنَا فِي الْاَحَادِيثِ النَّبَوِيَّةِ.

اَللَّهُمَّ افْتَحْ عَلَيْنَا حِكْمَتَكَ وَانْشُرْ عَلَيْنَا رَحْمَتَكَ

اَللَّهُمَّ حَوْلًا وَقُوَّةً مِنْ حَوْلِكَ وَقُوَّتِكَ فِي كُلِّ اَمْرِنَا وَفِي كُلِّ شَأْنِنَا مِنَ الْخَيْرِ يَا ذَا الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ

وَصَلَّى اللهُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ وَعَلَى اِخْوَانِهِ مِنَ النَّبِيِّينَ وَالْمُرْسَلِينَ وَعَلَى عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ رِضْوَانُ اللهِ تَعَالَى عَلَيْهِمْ اَجْمَعِينَ

Allah’a sığınırım lanetlenmiş ve kovulmuş şeytanın şerrinden

Allah’ın adıyla başlarım mâsivâya hiçbir tesir gücü vermeden.. O ki Rahman, dünyada herkese/her şeye merhamet eden.. ve Rahim, ahirette rahmetini mü’minlere tahsis eyleyen.

Bütün sena, şükür ve övgüler Kendisine layık bulunan Âlemlerin Rabbi’ne hamd olsun.

Peygamberimiz ve seyyidimiz Hazreti Muhammed’e, O’nun nezihlerden nezih tertemiz ailesinin, eşlerinin ve ashabının hepsine salât u selam olsun.

Allah’ım ilim, kâmil iman, eksiksiz kusursuz kulluk, zirvede bir ihlas, şeksiz şüphesiz bilginin ötesinde engin bir yakîn, teslimden tefvize uzanan çizgide derinlerden derin bir tevekkül, gökçek yüzlü kullarına bahşeylediğin üzere kıvamında bir marifet, Zâtına karşı hakiki muhabbet, Sana kavuşma iştiyakı, iffet, ismet, fetânet, hikmet, her meselede maksadı eksiksiz, belâgatli ve düzgün bir şekilde anlatabilme kabiliyeti, ilahi hıfzınla korunuyor olma ihsanı, sürekli Senin zikrinle canlı kalma nimeti, maddi manevi hastalıklardan uzak olma devleti ve kalb-i selim niyaz ediyoruz.

Allahım iman, İslam ve ihsan sırlarını, bu eşsiz hazinelerin kapılarını bize de açmanı diliyoruz.

Allahım bizi hak, adalet, istikamet, iffet, ismet, fetânet ve iz’an üzere sabit eyle. Allahım bizi değersiz işlerin peşinde sürüklenmekten muhafaza buyur, gönüllerimizi hoşnutluğunu kazanmamıza vesile olacak tavır ve davranışlara yönlendir; sevdiğin ve razı olduğun hallere ve amellere bizi muvaffak kıl; kalblerimizi ve ayaklarımızı sırat-ı müstakime perçinle.

Allahım her işimizde ve her halimizde ihlaslı olmayı ve başka değil sadece Senin rızana ulaşmayı diliyoruz, lütfeyle.

Allahım, hakikatlerin sırlarına bizi vâkıf kıl; ruhlarımızı sır, hafî ve ahfâ ufkuna yücelterek latifelerimizi En Yüce Hakikat olan varlığının esrarına uyandır.

Allahım, bizi bekleyen işler, dünyevî imkânlarla ve sınırlı zamanla olacak türden değil; ne olur, zamanı ve imkânları bizim için genişlet.

Allahım, İslam’ın cihanın her yanına yayılmasını lütfederek gözlerimizi aydınlat.

Allahım, bizi dinde fakîh kıl; dini meseleleri anlaşılması lazım geldiği gibi anlayanlardan eyle. Akıl, kalb ve latifelerimizi telakkiye açık hale getir; bizi Kur’an ilimlerinde ve Efendimiz’in mübarek sözlerinde de anlayışlı, yüksek idrakli kıl.

Allahım, hikmet ve rahmet hazinelerinin kapılarını aç; bizi hikmet ve rahmet şualarınla kuşat ve hep onların gölgesinde yaşat.

Allahım, hayır olan her türlü halimizde ve her çeşit işimizde bize Kendi gücünden güç ve Kendi kuvvetinden kuvvet ver.. ey celal ve ikram sahibi Rabbimiz!..

Allahım, Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’e, O’nun nebi ve mürsel kardeşlerine ve hepsinin nezih, pak ailelerine, eşlerine, ashâbına, diğer salih kullarına -ki Senin rıza ve Rıdvan’ının hepsinin üzerine olmasını dileriz- salât ve selam eyle.. Âmin.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

346. Nağme: Allah’ı hakkıyla takdir edemedik!..

346. Nağme: Allah’ı hakkıyla takdir edemedik!..

Fethullah Gülen Hocaefendi’ye,

وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعاً قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّمَاوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
“Fakat onlar, Allah’ın kudret ve azametini hakkıyla takdir edemediler, O’na lâyık tazimi göstermediler. Halbuki bütün bir dünya kıyamet günü O’nun tasarruf kabzasında, gökler âlemi de O’nun kudretiyle dürülmüştür. Böyle bir azamet ve hâkimiyet sahibi Allah, onların uydurdukları ortaklardan yücedir, münezzehtir.” (Zümer, 39/67) ayet-i kerimesini bir kere daha sorduk.

Aslında bu ilahi beyan ile alakalı bazı açıklamaları ders notları şeklinde "Minberi Titreten Ayet, Sûr ve Kıyâme" başlıklı 343. Nağme’de paylaşmıştık. Fakat, ayetin sonunda müşriklere işaret edildiği için bazı kimselerin meseleyi sadece iman etmeyenler üzerinden ele aldıklarını düşünerek -tabiri câizse- ilahi sitem/serzeniş de denebilecek bu ifadelerin mü’minler tarafından nasıl anlaşılması lazım geldiğini öğrenmek istedik.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

347. Nağme: Müşfik Peygamber'in ümmeti de şefkatli olmalı!..

346. Nağme: 347. Nağme: Müşfik Peygamber'in ümmeti de şefkatli olmalı!..

Fethullah Gülen Hocaefendi, bugün insanlığın her şeyden ziyade şefkate muhtaç olduğunu belirterek iman ile şefkat münasebeti üzerinde durdu. İlahî Beyan'da raûf ve rahim olarak tavsif edilen Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) şefkatini; O'nun, insanları ebedî hüsrandan kurtarmak için adeta kendisini yiyip bitirdiğini anlattı. Şefkat Peygamberi'nin ızdıraplarını ve "Final Gecesi" olarak adlandırdığı mübarek zamanı hatırlattı. Şöyle ki:

Müşfik Nebî, bir gece hangi işarete ve endişeye binaen, kim bilir nasıl sarsılmıştı ki, o ana kadar günler geceler boyunca tekrar edip durduğu, Hazreti İbrahim'in duası olan, "Ya Rabbî! Doğrusu onlar (putlar) insanların çoğunu saptırdılar. Artık bundan sonra kim bana tâbi olursa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, o da Senin merhametine kalmıştır, şüphesiz Sen Gafûrsun, Rahîmsin." (İbrahim, 14/36) mealindeki ayet ile; Hazreti İsa'nın duası olan, "Ya Rabbî! Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar Sen'in kullarındır. Onları affedersen, Aziz ü Hakîm (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sen'sin!" (Mâide, 5/118) mealindeki ayeti yine sabaha kadar tekrar tekrar okumuş, ellerini kaldırıp "Allah'ım! Ümmetimi (mağfiret et), ümmetimi (mağfiret et!)" diye yalvarmış ve ağlamıştı. Bunun üzerine Allah Teâla, "Ey Cebrail! Muhammed'e git ve O'na de ki: Biz seni ümmetin hususunda razı edeceğiz ve asla kederlendirmeyeceğiz." buyurmuştu. İşte o gece, nice zamandır devam etmekte olan dert, ızdırap, dua ve gözyaşı gecelerinin finali gibiydi, bir manada "final gecesi"ydi.

İnsanlığın İftihar Tablosu'nun (aleyhi ekmelüttehaya) şefkat ufkuna dair misaller veren Hocaefendi, Hazreti Ömer'in (radıyallahu anh) saçı-sakalı ağarmış fakat hak ve hakikati bulamamış bir ihtiyar karşısında hıçkıra hıçkıra ağladığını nazara vererek meseleyi tafsil etti.

Başka mesleklerde yürüyenleri -cı, -cu diyerek itmenin ve onlardan uzak durmanın da şefkat esasına uygun düşmediğini, hele mü'minlere hiç yakışmadığını vurgulayan Fethullah Gülen Hocaefendi, her zaman ilk adımı atan olmak gerektiğini, muhatapların da mutlaka birkaç adımla mukabele edeceklerini, hatta onlardan bunu beklemeden aradaki bütün mesafeleri kendi adımlarımızla aşmanın, onlara doğru koşmanın daha güzel olacağını ifade etti.

Fethullah Gülen Hocaefendi, günümüzde insanlığa verilecek en büyük armağanın şefkat ruhuyla hareket edip gelmeyene bile gitmek suretiyle herkese gönül kapılarını açmak olacağını dile getirerek noktaladı.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

348. Nağme: Allah’a kullukta derinleşme ve temsil

Günümüzde problemlerin üstesinden gelebilmek için kullukta daha bir derin olmak gerektiğini dile getiren Fethullah Gülen Hocaefendi, "Kullukta derin olmaktan maksat nedir; tavsiye edilen derinleşme neleri gerektirir?" sualini cevapladı.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

349. Nağme: Adanmış ruhların farklılığı

349. Nağme: Adanmış ruhların farklılığı

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin birkaç gün önce yaptığı bu sohbeti 20 dakikalık ses ve görüntü dosyaları halinde arz ediyoruz.

Bu güzel hasbihalin muhtevasını az da olsa yansıtması Fethullah Gülen Hocaefendi'nin sözlerinden seçtiğimiz bazı cümleleri aşağıya kaydederek dualarınıza vesile olmasını diliyoruz:

  • Adınız orada burada anılıyorsa, çok farklı çevrelerden üzerinize zift püskürtülebilir ve onca olumsuz hadise karşısında insan ye’se düşecek hale gelebilir. Fakat, etrafınızı zift, toz, duman sarsa bile onu şöyle böyle yararak içerisinde, ilerisinde ya da daha ötesinde bazı güzellikleri görmeye çalışmak ve asla ümitsizliğe düşmemek lazım.
  • Adanmışlık, başka mülahazalara bütün bütün panjurları kapamayı ve sadece adandığı işe konsantre olmayı gerektirir.
  • Mülahazalarımız şu sözlerde güzel ifade ediliyor: “Ne dünyadan safa bulduk, ne ehlinden recâmız var / Ne dergâh-ı Huda’dan maada bir ilticamız var.” (Nef’î)
  • Adanmışlık, görenlerin “deli” diyeceği ölçüde bir farklılığı gerektirmektedir. Şu kadar var ki, adanmışların farklılığının en önemli bir derinliği de farklılıklarının farkında olmamaları ve hiçbir zaman başkalarına yukarıdan bakmamalarıdır.
  • Adanmış ruhlar, ölesiye civanmertlikler göstermeli ama bütün hizmetlerinde sırf Hakk’ın hoşnutluğunu hedeflemeli, muvaffakiyetleri kendisinden bilmemeli, kimseden takdir bile beklememeli ve her zaman Hazreti Ali’nin ifadesiyle “İnsanlar içinde insanlardan bir insan ol!” düsturuna riâyetle hayat sürmelidirler.
  • Adanmış ruhlar, vefat ettiklerinde kalabalık bir cemaat tarafından teşyi edilmeyi dahi beklemezler; adı bile unutulacak şeklide silinip gitmeyi dilerler. Unutmayan birisi varsa, başkalarının hatırlamasına gerek var mı? Allah nisyandan münezzehtir. Rasûlullah’a duyuruyorsa, o nisyandan münezzehtir. Böyle önemli, sâdık iki kaynak tarafından hep biliniyorsanız, hep yüzünüze bakılıyorsa, başkaları tarafından anılmanın ne anlamı olur ki? Niye anlamsız şeylere takılacaksın, anlamlı şey varken?!. Neden anlamlı şeye konsantre olmuyorsun!..
  • Engin muhasebe şuuruna sahip kutlulardan biri de, hiç şüphesiz kadınlık âleminin baş tacı Hazreti Âişe Validemiz’dir (radıyallâhu anhâ). Bu büyük kadın, bir gün Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yanında hıçkıra hıçkıra ağlar. Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendisine niye ağladığını sorduğunda da “Cehennem’i hatırladım da onun için ağladım! Acaba, kıyamet günü ailenizi hatırlar mısınız?” der. Onun bu sorusuna karşılık, o sevgi ve şefkat insanı Nebiler Serveri (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu cevabı verir: (Yâ Âişe!) Üç yerde kimse kimseyi hatırlayamaz: 1) Mizan esnasında, tartının ağır mı hafif mi geldiğini öğreninceye kadar. 2) Amel defterlerinin tevzî edildiği zaman, defterin sağdan mı soldan mı yoksa arkadan mı geleceğini göreceği âna kadar. 3) Sırat’ı geçme esnasında ve geçinceye kadar.
  • Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:

    يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا عَلَيْكُمْ أَنْفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
    “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz doğru yolda olduktan sonra sapanlar size zarar veremez. Hepiniz dönüp dolaşıp Allah’ın huzurunda toplanacaksınız. O da yaptıklarınızı size bir bir bildirecek, karşılığını verecektir.” (Mâide sûresi, 5/105)

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

350. Nağme: İlâhî ahlakın bir buudu ve bir cânî dokuz masum

350. Nağme: İlâhî ahlakın bir buudu ve bir cânî dokuz masum

Fethullah Gülen Hocaefendi’ye şu soruyu yönelttik:

لِيُكَفِّرَ اللَّهُ عَنْهُمْ أَسْوَأَ الَّذِي عَمِلُوا وَيَجْزِيَهُمْ أَجْرَهُمْ بِأَحْسَنِ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ

ayetinde muhsinlere mükafat olarak anlatılan ilâhî muamelenin Allah ahlâkı açısından işaret ettiği hususlar nelerdir? Bu ayet zaviyesinden düşünülürse, insanları değerlendirirken kötülüklerini ve iyiliklerini ne ölçüde nazar-ı itibara almalıyız?

Sorumuza esas teşkil eden ayet-i kerimede Cenâb-ı Hak mealen şöyle buyuruyor: “Böylece Allah, onların geçmişte yaptıkları en kötü hareketleri bile örtecek (affedecek) ve yaptıklarının en güzeline denk olarak ecirlerini (mükâfatlarını) verecektir.” (Zümer, 39/35)

Fethullah Gülen Hocaefendi, bu ayet-i kerimede kullarının en küçük iyiliklerini bile zayi etmeyen, onların güzel bir niyetle ortaya koydukları zerre kadar bir hayrı dahi karşılıksız bırakmayan, birleri binlerle mükafatlandırıp herkesi küçük bir vesile ile bağışlayabilen Rahmeti Sonsuz’un merhametine işaret bulunduğunu anlattı.

Evet, Allah (celle celâlühû), bazılarını tevbeleri sebebiyle affeder; bazı kullarını bir hataya düşmüşlerse bile hemen bir iyilik yaparak tekrar çizgilerini bulma cehdi göstermelerinden dolayı bağışlar. Bazen gönülden yapılan bir duayı, bazen vicdandan yükselen bir pişmanlık âhını, bazen samimiyetle dökülen birkaç damla gözyaşını, bazen az bir sadakayı, bazen pek küçük bir hayrı ve bazen de çok emek gerektirmese bile hâlis bir niyetle ortaya konan hasenâtı mağfirete ermeye, Cennet’e girmeye, Cemalullah’ı görmeye ve Rıdvan’a erişmeye vesile kılar.

Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, “Kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibâret de olsa hiçbir iyiliği hor görme!” buyurmuştur. Buhari ve Müslim gibi en muteber kaynaklarda da bu hususu te’yit eden hadis-i şerifler mevcuttur. Mesela, Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelüt’t-tehâyâ) kendini fuhşa salmış ve benliğini bohemce yaşamaya kaptırmış bir kadının kurtuluşunu anlatırken buyurur ki: “Bir gün çok susamıştı. Dili damağı birbirine yapışmış bir vaziyetteyken bir kuyuya rastladı. Kuyuya inip kana kana içti ve susuzluğunu giderdi. Yukarı çıkınca kuyunun kenarında zor güç nefes alan, susuzluktan dili sarkmış, toprağı yalayan bir köpek gördü. “Bu da benim gibi çok susamış!” deyip tekrar kuyuya indi, çarığını su ile doldurup onu dişleri arasında tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah Teâlâ bu davranışından dolayı onun günahlarını affetti.” Bu itibarla da, hiçbir iyilik hor görülmemeli ve küçümsenmemelidir. Bazen, küçük gibi görülen bir iyilik, rahmeti coşturacak bir düğmeye dokunma ya da diğer hayır ve hasenâtın kâfiyesini koyma gibi olmaktadır.

Allah (tebâreke ve teâlâ), Kur’an-ı Kerim’de, “Zerre ağırlığınca hayır yapan onun mükafatını alır, zerre kadar şer işleyen de onun cezasını görür.” (Zilzâl, 99/7-8) buyurarak, en küçük bir hayr veya şerrin Hak nezdinde kaybolmayacağını ve mutlaka karşılık bulacağını beyan etmiştir. İşte bu hakikatleri hatırlatarak, başkalarının en küçük iyliklerini bile zayi etmemek, onlardaki güzel hasletlere yoğunlaşıp kötülüklerini görmemeye çalışmak ve insanları güzel yönlerine göre değerlendirmek gerektiğini; bunun da ilâhî ahlakın bir buudu olarak görülebileceğini belirten Hocaefendi, “Kendi kusurlarımızın en küçüğünü dahi dağ cesametinde, başkalarının ise en küçük iyiliklerini yine dağ casemetinde görmek lazımdır.” dedi.

Fethullah Gülen Hocaefendi şu latif ölçüye dikkatleri çekti: Bediüzzaman Hazretleri, bir gemi misali verir: Bir gemide dokuz masum, bir cani bulunsa, o cani sebebiyle o gemi batırılamaz. Hatta o gemide dokuz cani, bir masum bulunsa dahi, o tek masumun hakkı için o gemi batırılamaz. Batırılsa zulmedilmiş olur. İşte mümin ferd bir gemi gibidir. Onda bir çok vasıf ve sıfat bulunmaktadır. Bir mümindeki bir veya birkaç kötü vasıf ve sıfat dolayısıyla o mümin bütünüyle silinip atılamaz, her vasıf ve sıfatını içine alacak şekilde bir üslupla itham edilip suçlanamaz. Onun kötü sıfatlarına kızılsa da şahsına kin, nefret ve buğz duyulamaz/duyulmaması gerekir.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

351. Nağme: Gaybın Son Habercisi (sallallahu aleyhi ve sellem)

351. Nağme: Gaybın Son Habercisi (sallallahu aleyhi ve sellem)

Fethullah Gülen Hocaefendi, “ Ve Gaybın Son Habercisi” başlıklı makalesinde İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’i anlatırken şöyle diyor:

“Fevkalâde asalet, necâbet ve Hak’la münasebetin hâsıl ettiği, herkesin başını döndüren o müthiş mehâbetine rağmen, zıtları bir arada yaşıyor gibi öylesine mütevaziydi ki; az önce arz edilen hususiyetleri görmeyenler O’nu âhâd-ı nâstan biri sanırlardı. Arkadaşlarının onca tazim ve saygısını görmezlikten gelerek onlarla aynı zeminde bulunur, aynı sofrada yemek yer; farklılık ve hususiyetlerini bir namus gibi setreder ve yanında bulunanları, tabiatındaki mehâbet, haşmet ve mehâfetle bunaltmamak için yer yer cemâlî tecelli dalga boyundan, ibret, ders ve nükte edalı mülâtefelerle rahatlatır; izzetini tevazu ile süsler; mehâbetini şefkatle tadil eder ve nâsûtî rengini öne çıkararak o şeker-şerbet konumuna ayrı bir halâvet katardı.”

Çay faslında “Gaybın Habercisi” unvanının letafetine işaret edip orada Efendimiz’in kendi hususiyetlerini bir namus gibi setredişinin nazara verildiğini hatırlattık. Bunun üzerine, “O’nun hakkında söylenen sözler, söyleyenin güzellik döktürmesine verilmemeli. O Güzeller Güzeli hakkında başka şey söyleme imkanı olmadığından o sözlerin güzel düştüğü düşünülmeli!” tesbitiyle başlayan 07:29 dakikalık çok enfes bir hasbihal dinledik.

Fethullah Gülen Hocaefendi özellikle şu hususları dile getirdi:

  • Rasûl-ü Ekrem (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz, insanların hatalarını yüzlerine vurup onları mahcup etmezdi; gördüğü kusurları bütün cemaate hitap ederek dile getirir; böylece hiç kimseyi rencide etmeden nasihatten herkesin kendi nasibini almasını sağlardı.
  • Rehber-i Ekmel Efendimiz bir münasebetle “Nefsimi yed-i kudretinde tutan Allah’a yemin olsun ki, Musa (aleyhisselam) çıkagelseydi, siz de ona ittiba edip beni bıraksaydınız, doğru yoldan sapıtmış olurdunuz. Eğer Musa (aleyhisselam) hayatta olsaydı ve benim nübüvvetime yetişseydi, muhakkak ki, o da bana tabi olurdu!” buyurmuştur. Efendimiz’in bu türlü ifadeleri bazı yanlış düşünceleri tashih etmek içindir ve tebliğ misyonunun gereğidir; yoksa O her zaman çok mütevazidir.
  • Mazhariyetlerinin onda biriyle görünen birisi varsa, o İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz’dir.
  • Allah Rasûlü (aleyhissalatü vesselam) peygamberliğinin gereği olarak sadece mükellefiyetlerimizle alakalı olan hususları ifade etmiş ve ortaya koymuştur; yoksa O’nun Rabbi ile arasında öyle sırlar vardır ki, Alvar İmamı’nın ifadesiyle, şayet evliya, hatta sıddîkîn O’nunla Allah arasında olan şeyleri duysalar araya kılıç girerdi.
  • Herkesin Allah’la alâka ve irtibatına göre, kulluk tavrı da, Hakk’ın muamelesi de farklı farklıdır.. ve aşağıdakiler, bir üsttekilerin Hak’la münasebetini ve Hakk’ın da onlarla muamelesini bilemezler. Ezcümle, avam halk, erbâb-ı basîret dediğimiz havâssın Hak’la irtibat ve alâkasını, Hakk’ın da onlarla muamelesini bilemedikleri gibi, havâss da, ehass-ı havâssın Hakk’a teveccüh ve tahsis-i nazarlarını, Hakk’ın da onlarla değişik mevârid ve mevâhib muamelesini bilemez; ehass-ı havâss da, Hakk’ın mükerrem ibâdı “muhlasîn” ve “mustafayne’l-ahyâr” dediğimiz mukarrabîn ve Akrabü’l-mukarrabîn’in esmâ ve sıfât ötesi Hazreti Zât’la olan irtibat derinliklerini ve O’nun da bu seçkinlere özel teveccüh ve ekstra muamelesini bilemezler; bilseler, “araya kılıç girer.”
  • Hazreti Üstad, tevazu ve tekebbür adına bir ölçü ortaya koyuyor: “Her adam için, heyet-i içtimaiyede görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır. O pencere kamet-i kıymetinden yüksek ise, tekebbürle tetâvül edecek. Eğer kamet-i kıymetinden aşağı ise, tevazu ile takavvüs edecek ve eğilecek, tâ o seviyede görsün ve görünsün. İnsanda büyüklüğün mikyası küçüklüktür, yani tevazudur. Küçüklüğün mizanı büyüklüktür, yani tekebbürdür.” İşte mü’minin kendi hakkındaki düşüncelerini bu esaslar belirlemelidir.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

352. Nağme: Mısır’da darbe ve Ramazan’da tevbe

352. Nağme: Mısır’da darbe ve Ramazan’da tevbe

Fethullah Gülen Hocaefendi bayram sonrasına kadarki son Bamteli sohbetini yaptı. Her sene olduğu gibi, bu Ramazan’da da hasbihallerine ara verip sadece tefsir dersine iştirak etmeye ve çoğunlukla Kur’an ile meşgul olmaya niyetlenen Fethullah Gülen Hocaefendi, sözlerine şu hadis-i şerifleri hatırlatarak başladı:

Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyuruyor: “İnsanların hepsi çokça hata yaparlar; fakat, hataya düşenlerin en hayırlıları hemen tevbe edip arınma peşinde olanlardır.”

Başka bir hadis-i şerifte ise “Âdem hata etti, evlâtları da hata etti; Âdem unuttu, evlatları da unuttu!” buyuruluyor.

Bu nebevî beyanlardaki nükteleri dile getiren Hocaefendi, Allah ahlakında, yanlış yapanı hemen kaldırıp atmanın söz konusu olmadığını, her zaman bir ümit kapısının aralık bırakıldığını ve insanlara tevbeyle temizlenip yeniden dirilme fırsatı tanındığını anlattı.

“Hata edince ne başkaları sizi yıkılmışlığa mahkum etmeli ne de siz kendinizi tamamen yıkılmış gibi görmelisiniz. Tevbe-i nasuh ile hemen doğrulmalı, bir kere daha silkinip ayağa kalkmalısınız.” dedi.

İnsanın tevbe ile kendi hatalarından arınmaya çalışması gerektiği gibi başkalarını da kusurlarından dolayı hemen kaldırıp atmaması icap ettiğini belirten Fethullah Gülen Hocaeendi, “Ne hatasından ne nisyanından ne de bir mevzudaki yanılmasından dolayı insanları kaldırıp atmayalım. Aksi halde yanımızda, çevremizde kimse kalmaz!” dedi.

Günümüzde çok küçük hatalardan dolayı insanların tahtie edildiğini (hatalı bulunup suçlandığını), onun onu onun da onu suçlayıp durduğunu ve fertlerin birbirlerine yaşama hakkı vermezmiş gibi davrandığını belirterek şöyle söyledi:

“Peygamberlerin, evliya ve mukarrebinin yolu, atmosferi yumuşak tutma, kendi değerlerine karşı müsait bir atmosfer oluşturma ve takdim edecekleri semavî/ilâhî emtiaya karşı istek uyarmadır. Aksi halde o ilâhî emtiaya, kendi değerlerine karşı nefret uyarılmış ve iyi bir şey sunulurken günaha girilmiş olur.”

“Mümin, saftır (temiz kalbli ve hüsn-ü zanlıdır), kerimdir; fâcir/münafık ise hilekârdır, leîmdir (ayak oyunlarıyla hayatını sürdürür, alçakça davranır.)” mealindeki hadis-i şerifi hatırlatan Fethullah Gülen Hocaefendi, sözü Mısır’daki darbeye ve Muhammed Mursî’ye getirerek şunları ifade etti:

Mü’min olma itibarıyla, insanlar aldanabilirler, yanılabilirler. Mesela, akla geldiği için diyeyim: Yanı başımızdaki bir müslüman devletin başında, yine müslümanlık adına hareket eden, İslami değerlere bağlılık içinde (bir insan), günümüzün kriterleri arasında çok önem verdikleri demokratik bir anlayışla ve demokratik kurallara bağlı olarak seçime gidiyor, iktidar oluyor. Üzerinden bir sene geçmiyor.. bir senede özür dilerim, halk ifadesiyle söyleyeceğim, insan ‘ağzım, burnum’ diyemez.. bir sene sonra hemen “O insanı tam test ettik, hakikaten bu makamın insanı değildi, onu bertaraf etmemiz lazım!..” gibi mülahazalar.. bunlar çok yanlış mülahazalar, çok insafsızca mülahazalardır. Bir senede insan bir şey ifade edemez, bir senede insan çıraklığı aşamaz. Siz bir senede çıraklığı aşmış, kalfa olmuş insan gördünüz mü hiç? Bu devlet işi, kocaman bir devlet işi. Hiç o işi yapmamışsınız, vekil olmamışsınız, bakan olmamışsınız, birden bire işin başına gelmişsiniz ve birilerine göre.. gerçekten hata mı değil mi? Birilerine göre, hemen hata saydıkları, izafi hata veya indî hata veya onlara göre hata, o hatalardan dolayı “seni alaşağı ediyoruz.” deniliyor. Bu meselenin bir yanı; bu onlara ait bir mesavi. Onlar onun hesabını Allah’a verirler.. aynı zamanda ma’şerî vicdana karşı da verirler onun hesabını.. ve aynı zamanda gelecek nesillere, nesl-i âtîye karşı da onun hesabını verirler. Tarih sayfalarında, satırlarında, paragraflarında o mesaviyi taşır, onlara kadar ulaştırır ve onlar ellerini kaldırır, “Yazıklar olsun size!” derler. “Yazıklar olsun 27 Mayıs’a!..” “Yazıklar olsun 12 Mart’a!..” “Yazıklar olsun 12 Eylül’e!..” ve “Yazıklar olsun işte orada olan o işe!..” falan derler. Böyle oldu, iyi olmadı. Demokrasi bir kere daha bir darbe yedi, bir kere daha darbe yedi. O da bir darbedir, bir darbe yedi.

Bir de beri tarafta, “Mursi” diyorlar. Mursi; irsa etmiş, demir atmış, bir yerde gelmiş limana otağını kurmuş demektir. Adı Muhammed Mursi. (Ayet-i kerimelerde) “ersâhâ” (Nâziât, 79/32) ve “eyyâne mürsâhâ” (Nâziât, 79/42) deniliyor; Mursi de oradan geliyor. Birileri, “Efendim, düşünemedi; bak, öyle bir adamı oraya getirdi ki, öyle bir adamı Anayasa Mahkemesi’nin başına getirdi ki..” falan demek suretiyle hem kendi hesaplarına hem de içinde bulundukları heyet hesabına, musibeti ikileştirme adına, atf-ı cürümde bulunma Hukuk sisteminde atf-ı cürüm önemli bir husustur; böyle toptan derleyip toplayıp insanları götürdüklerinde birbirlerini suçlamak suretiyle o işten sıyrılmaya bakarlar. Başımızdan birkaç defa geçtiği için, arkadaşlarımız tarafından bile, onlar tarafından bile bu atf-ı cürümün ortaya konduğuna çok şahit olduk. “Efendim, ben yapmamıştım da, bu adam geldi, bu adam bana tesir etti de, bu adam beni aldı, beni sürükledi de falan.” demek suretiyle kendileri o işin içinden sıyrılma adına.. bu da bir atf-ı cürümdür. Hazreti Pir’in bu mevzudaki ifadesi de, bir suçluya karşı o meseleyi değerlendirme mevzuu, musibeti ikileştirme demektir. “Neden böyle oldu, niye böyle oldu? Olmaması lazımdı, neden bunlar falanın başına geldi? Düşünseydi, etseydi bunu” Bu düşünce ve sözler musibeti ikileştirir.

Fethullah Gülen Hocaefendi, Mısır’da hadiselerin bu hale gelmesinden dolayı Muhammed Mursî’nin suçlanmasının ve çevresini okuyamadığına dair sözler edilmesinin şu anda hiçbir faydasının olmadığını, bu türlü dedikoduların arkasında insanın yanılabileceğini ve hüsn-ü zannının kurbanı olabileceğini hesaba katmamanın da bulunduğunu, aslında o işin ehli olan kimseler tarafından daha önceden bazı ikazların yapılmış olması gerektiğini ifade ederek şöyle dedi:

Bilemez, çünkü mü’min sever, hüsn-ü zan eder, fakat aldanabilir. Mü’min aldanabilir; “Biz ki müslümanız, aldanırız.” Çent defa aldanmışızdır, çent defa Yanınıza almışsınızdır, ‘kardeşim’ demişinizdir. Yirmi sene, otuz sene, kırk sene ‘kardeşim’ demiş, bağrınıza basmışsınızdır. Fakat bir gün hiç beklenmedik bir yerde -meğer kendi dünyasını örgülüyormuş dantelasında- sırtınızdan hançeri yediğiniz zaman acıyla inlersiniz; döner bakarsınız, bir de oymuş meğer. Mü’miniz.. hüsn-ü zannımızın altında kalabiliriz; hüsn-ü zan akıntısına kapılabiliriz, gidebiliriz. Bunu görenler haber vermeli, sezenler haber vermeli bu mevzuda, bilebilen servisler haber vermeli, ikaz etmeli, o insanların yanılmalarına meydan vermemeliler.

Bazen o türlü yanılmalar, olumsuz negatif bir mabeyn-i humayun teşekkülüyle olur, oluşur. Bir menfaat çetesi, birinin etrafını sarar; ona sahip çıkmaları, onu tutmaları, onu desteklemeleri sadece kendi çıkarlarına bağlıdır onların. Öyle gülerler onun yüzüne, onu öyle takdir ederler, onu öyle alkışlarlar, “Eşin yok , menendin yok, kakül-ü gülberlerinin tek teline acem mülkü fedadır” derler. O da bunları candan muhib, seven insanlar, dostlar, taraftarlar zanneder. Ve dolayısıyla ona ulaşma çok zorlaşır. O kendi kendini tecrit etmiştir. İşte bu çıkar ve menfaat grubuyla kendi kendini tecrit etmiştir. Onların iyi dediğine iyi der, kötü dediğine kötü der. Yol verilmesine müsaade ettiklerine yol verir, vermek istemediklerine de yol vermez. Böylece yalnızlaşmış olur. Vakıa etrafında bir cemaat vardır; bir şair şu mealde bir söz söyler, “O kalabalık içinde ben yalnızım” der. “Bu sessizlikte, sessizlikten sarhoşum.” Bir mısraı da odur, “sessizlikten sarhoşum” der. Kalabalık içinde yalnızdır, etrafında bir sürü insan vardır ama o yalnızdır. Onlar -bağışlayın- kendi türkülerini çalar-çığırırlar, ona da onu duyururlar, fakat hakikatten, işin mahiyet-i nefsü’l-emriyesinden, işin arka planından haberi yoktur. O Hazret de böyle aldanmış olabilir, onun ikaz edilmesi lazımdı.

Fethullah Gülen Hocaefendi, Mısır’daki darbe bahane edilerek sahnelenen bir oyuna da şu sözlerle dikkat çekti:

Bir de bütün bunları derken, o meseleyi ta’mim etme, bulundukları yerde de onun için bir zemin hazırlama, o duyguyu aynı zamanda zaten duyguları feveranda olan o insanlara aşılamaya çalışma.. “Orada olduğuna göre burada da olabilir. Bazı yerlerde hazan rüzgarları esmeye başladı. Her yerde de biz bu hazan rüzgarlarını estirelim, gelin şu baharın hakkından gelelim!” mülahazasıyla bazıları, şom ağızlılar, bu meseleyi farklı şekilde değerlendirebilirler. Çok temkinli olmalı, insana karşı saygılı olmalı, mü’mine karşı saygılı olmalı, vatandaşına karşı saygılı olmalı. Onların iffetini, ismetini, izzetini kendi iffetimiz, izzetimiz, ismetimiz gibi korumaya çalışmalıyız. Zira mü’minlik odur. Mü’min yeryüzünde emniyet ve güvenin teminatçısıdır. Mü’minin aynı zamanda emniyet ve güven manasına da gelir. Mü’min, Allah’ın Mü’min ismine dayanır. Kendisi o mü’min ismini inanmak suretiyle, İslamiyeti yaşamak suretiyle temsil eder. Aynı zamanda yeryüzünde emniyet ve güveni zirvede temsil etmek suretiyle de yine kendisine mü’min dedirtir. Mü’min, Allah; Mü’min, Allah’a inanan insan, Mü’min, yeryüzünde emniyet ve güveni temin eden insan demektir. Mü’minin vazifesi bu olduğuna göre, bence o mevzuda daha titiz, daha hassas, daha dikkatli hareket etmeli, hemen olmadık şeylerle, ihtilaflara, iftiraklara sebebiyet vermemeliyiz.

Fethullah Gülen Hocaefendi sohbetinin sonunda ihtilaf ve iftiraklara değinerek Ramazan-ı Şerif’in ferdî günahlardan arınmak için bir fırsat olduğu gibi içtimaî problemlerimizi çözmek için de imkanlar tanıdığını vurguladı. Şöyle dedi:

Ramazan-ı Şerif oruç tutma, yani bir yönüyle sahurda yemek yeme, ondan sonra akşama kadar, iftar vaktine kadar bekleme, ağzımızı bağlama.. buna orucun zahirisi, nazarisi, taklidisi denir. O meseleyi ibadet u taat ile süsleme, onun amelisi olur. Kalbi ve ruhi hayatımıza, bütün davranışlarımıza mal ederek onu ortaya koyma, kimseye bir şey dememe, olumsuz şeylere kulak kabartmama, kötü şeyleri görmezlikten gelme, bütün uzuvlarımıza Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ifadesiyle oruç tutturma, ele-ayağa, göze-kulağa, dile-dudağa, kalbe, bütün hissiyata oruç tutturma Bu Ramazan-ı Şerif’te böyle surlar oluşturmak suretiyle -bütün olumsuzluklara karşı, olumsuzluk tsunamilerine karşı surlar oluşturmak suretiyle- bir ay bu temrinatı yaparsak, Ramazan’dan çıktıktan sonra da inşaallah, üzerimizde kalır o. Şöyle bir ay Ramazan-ı Şerif’te oruca niyet ettiğimiz gibi, kimseye de bir şey dememeye niyet edelim. Kimsenin olumsuz tarafını görmemeye niyet edelim. Kimsenin olumsuz yanlarına kulak kabartmamaya niyet edelim. Yani gıybet etmemeye niyet edelim. Gıybeti dinlememeye niyet edelim. İftira etmeyelim, iftira edenlerin iftiralarına da kulak kapayalım, bütün uzuvlarımıza oruç tutturalım. Zannediyorum, bunca temrinat, yani otuz günlük bir rehabilitasyon bu.. Ramazan’dan sonra mevcudiyetini üzerimizde devam ettirir. Biraz dişimizi sıkar, vahdet-i ruhiyenin devam ve temadisi adına bir adım atmış oluruz Allah’ın izni ve inayetiyle.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

352. Nağme: Ramazan’da tevbe

352. Nağme: Ramazan’da tevbe

Fethullah Gülen Hocaefendi, Ramazan-ı Şerif’in ferdî günahlardan arınmak için bir fırsat olduğu gibi içtimaî problemlerimizi çözmek için de imkanlar tanıdığını vurguladı.

Ramazan-ı Şerif oruç tutma, yani bir yönüyle sahurda yemek yeme, ondan sonra akşama kadar, iftar vaktine kadar bekleme, ağzımızı bağlama.. buna orucun zahirisi, nazarisi, taklidisi denir. O meseleyi ibadet u taat ile süsleme, onun amelisi olur. Kalbi ve ruhi hayatımıza, bütün davranışlarımıza mal ederek onu ortaya koyma, kimseye bir şey dememe, olumsuz şeylere kulak kabartmama, kötü şeyleri görmezlikten gelme, bütün uzuvlarımıza Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ifadesiyle oruç tutturma, ele-ayağa, göze-kulağa, dile-dudağa, kalbe, bütün hissiyata oruç tutturma Bu Ramazan-ı Şerif’te böyle surlar oluşturmak suretiyle -bütün olumsuzluklara karşı, olumsuzluk tsunamilerine karşı surlar oluşturmak suretiyle- bir ay bu temrinatı yaparsak, Ramazan’dan çıktıktan sonra da inşaallah, üzerimizde kalır o. Şöyle bir ay Ramazan-ı Şerif’te oruca niyet ettiğimiz gibi, kimseye de bir şey dememeye niyet edelim. Kimsenin olumsuz tarafını görmemeye niyet edelim. Kimsenin olumsuz yanlarına kulak kabartmamaya niyet edelim. Yani gıybet etmemeye niyet edelim. Gıybeti dinlememeye niyet edelim. İftira etmeyelim, iftira edenlerin iftiralarına da kulak kapayalım, bütün uzuvlarımıza oruç tutturalım. Zannediyorum, bunca temrinat, yani otuz günlük bir rehabilitasyon bu.. Ramazan’dan sonra mevcudiyetini üzerimizde devam ettirir. Biraz dişimizi sıkar, vahdet-i ruhiyenin devam ve temadisi adına bir adım atmış oluruz Allah’ın izni ve inayetiyle.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.